74. Cannes Festivali’nden notlar
İsrailli muhalif yönetmen Nadav Lapid’in (1975) filmi “Ahed’in Dizi”, ana bölümün ilk çarpıcı, özgün politik sinema örneği oldu.
Son derece sağlam felsefi içeriği ve yenilikçi anlatım dili yanında, ülkesinin yöneticilerini sert ve cesur bir dille eleştirirken derinlikli bir yaklaşımla özelleştiriye de yer veren film, büyük salonda içtenlikle, uzun uzun alkışlandı. Galiba, Yahudi ve Arap kökenli izleyiciler biraz çekingen kaldılar!.. İsrail’de yaşayan kıdemli gazeteci/eleştirmen arkadaşlar, ülkelerindeki sol kanat sanatçı ve aydınlarla, ılımlı milliyetçiler arasında bile diyalog kurmanın giderek zorlaşmasından yakınmaktalar. Kökten dinci kesimin getirdiği tehlikeli eğilimlerden de cok kaygılılar tabii ama, devlet yardımıyla çekilen bir filmin bu kadar radikal ve saldırgan bir dil kullanmasından da rahatsız gözüküyorlar.
ORTAK BİR SAPTAMA...
Ancak, siyasi çizgisi Netanyahu döneminden pek farklı olmayan yeni hükümetin de “Ahed’in Dizi”ni yasaklamak gibi taktik bir hataya düşmeyeceğinden; yasakçı, milliyetçi ve yayılmacı zihniyetin kıyasıya eleştirilmesine rıza göstererek bunu demokratik bir ülke olmanın yeni bir kanıtı diye propaganda aracı bile yapacaklarından da eminler Yahudi dostlar... Bir ortak saptamamız daha var: Türkiye’de de devlet yardımıyla birçok film çekilmekte ama durum çok daha sakin. Hükümet sinsi ya da bariz baskılara, sıkı denetlemelere falan gerek duymuyor bile. Otosansür yetiyor muhalif Türk sanatçıların “politically correct” olmalarına. Dolaylı yollar seçmek, metaforlardan medet ummak zorundalar...
LAPİD’İN FİLMİ...
Nadav Lapid, bizzat yaşadığı gerçeklerden yola çıkarak aceleyle kaleme aldığı senaryoda, İsrail Kültür Bakanlığı’nın yaratıcı özgürlüğünü nasıl sinsice kısıtlamaya, çatlak sesleri susturmaya çalıştığını anlatıyor. Güçlü İsrail ordusunun, beyinlerini yıkadığı askerleri nasıl manipüle ettiğini, çöl ortasındaki küçük kasabada sahneye koyduğu bir Yunan tragedyasına dönüştürüyor sanki... Başta devlet kurumları, herkesin birbirini aldatmaya, manipüle etmeye çabaladığı, kimsenin kimseye güvenmediği, iç savaşlara gebe bu tehlikeli dönemde, yönetmen çuvaldızı kendine batırmayı da ihmal etmiyor. Sinema da etkin bir manipülasyon aracıdır; bu bağlamda, yönetmenler de aldatıcı olabilir, bin bir tuzak kurabilirler... 2019’da Berlin’de, üçüncü uzun filmi “Synonymes” ile Altın Ayı kazanan genç yönetmenin, bu kez daha özgün bir anlatım dili hedeflerken, yer yer tutuk ve manierist olmaktan kurtulamaması, ilk kez katıldığı Altın Palmiye yarışında doruğa çıkmasına, herhalde olanak vermeyecektir...
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.