Güzin Osmancık'tan aşıklar Şehri İstanbul
Güzin Osmancık'tan aşıklar Şehri İstanbul
ŞEHR-İ İSTANBUL
Yazarımız Güzin Osmancığın kaleminden Aşıklar Şehri İstanbul.
“Altında mı,üstünde midir cennet-i ala
El hak bu ne halet bu ne hoş ab-u hevadır
Her bahçesi bir çemenistan-ı letafet
Her guşesi bir meclis-i pür feyz-ü safadır”
Nedim
Nedim’in anlatımı ile İstanbul, belki de yeryüzünde adından en çok bahsettiren, hakkında en çok yazılar, şiirler yazılan efsunlu beldedir.
İstanbul bir düş, İstanbul bir masal, İstanbul hikayesi hiç bitmeyen, yarım kalan bir şehir. Bizans’ın elinde gerçek sahibini beklerken, suskun ve de yorgun düşmüş bir şehir.
Jüstinyen, topraklarını genişletmek adına savaştan savaşa koşarken şehir de harap ve viraneye dönmüştü.
Bu arada Latinler ile Ortadoks’ların çatışmaları başlar. Zamanın Bizans imparatoru Aleksios hükümdar olan kardeşi İzakiosu gözlerini oydurup oğlu ile birlikte zindana attırır. Zindandan kaçan genç oğlu Alman kralı Fillip’e sığınır. Venediklilerden babasını kurtarması için haber gönderip talepte bulunur. Roma kilisesi bu işten menfaat sağlayacağını düşünerek haçlı ordusunu İstanbul’un üzerine salar.
1203 senesinde haçlı orduları İstanbul’a girerler. İmparator İsakios’u hapisten kurtarıp tahta oturturlar. Ve Venedik’liler ile bir anlaşma yaparak Latinleri Galata’ya yerleştirirler. Ama genç Aleksios yapılan anlaşmaya sadık kalmaz. Bunun üzerine babası İsakios oğlunu öldürtüp yerine Murtzuphlos’u geçirir.
Bunun üzerine şehre gelen haçlılar şehri talan ederler. Şehirde bugüne kadar görülmemiş bir yağma başlar.
Ayasofya’daki bütün hazineleri çalarlar, hatta ibadethanenin kapısını bile parçalayıp götürürler. Kilisedeki bütün aziz resimlerini söküp alırlar. Sen Jüpiter Havarriyum kilisesinde bulunan Jüstinyenin mezarını hazine bulmak amacıyla açıp kemiklerini dışarı çıkarırlar. Bir tek kilisede bulunan son nebinin elini sürdüğü ceylan derisine dokunamazlar. Çünkü bu emanet bir vasiyet üzere korunmuştur. Nebiler Sultanı “Bu emaneti benim varislerim teslim alacak ve onlar koruyacaklar” buyurmuştur.
Şehirde tam bir kıyım sürmektedir. Her yer yıkılmış talan edilmiştir. Tarihi ne varsa Avrupa’ya kaçırılmıştır. Bizans tamamen bölünmüş dükalıkların eline geçmiştir. 1263 yılında 8. Mihael savaşarak Bizans’ı tekrar Latinlerin elinden kurtarır.’
Allah’ın Resulü bir gün sahabilerine, “Siz bir tarafı karaya tutunmuş, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke duydunuz mu” diye sorar. “İşte orası müjdelenen beldedir. Bu şehir 70 bin mümin asker tarafından zapt olunmadan evvel kıyamet kopmayacaktır. Ve buna muvaffak olan asker ne iyi askerdir ve bu emir ne yüce bir emirdir” diye müjdeler. Bu müjdelenen belde Müslüman Türkler için bir tutku bir vasiyettir artık. Ne yapıp edip bu belde gerçek sahiplerine kavuşmalıdır.
Nitekim bundan önceleri de pek çok İslam ordusu bu şehri almak için gelmiş ama bir türlü muvaffak olamamıştır.
Peygamber Efendimizin (s.a.v) bayraktarı Eyüp El Ensari Hazretleri de İslam ordusuyla şehre gelip 6 ay burayı muhasara altında tutmuş ama sonunda başına gelen bir taş ile şehit düşmüştür.
1080 li yıllarda Anadolu fatihi Kutulmuş Oğlu Süleyman şimdiki Bağdat caddesi dediğimiz yoldan atlı ordusu ile birlikte Üsküdar’a kadar gelip buradan Saray burnunu seyreden ilk hükümdar olarak tarihe geçer. Zaten bütün Marmara sahilleri Türk orduları tarafından kuşatılmıştır. Çevresinde bu kadar Türk ordusunun sarıldığını gören İmparator Aleksi korkudan haçlı ordularından medet umar.
14. asrın başları. Artık adına Osmanlı denilen yepyeni bir imparatorluk adından çokça bahsettirmektedir. Bizans artık her an Osmanlı ordularının tehdidi altındadır. 1391 yılında Yıldırım Beyazıt Han boğazın Anadolu yakasına bir hisar yaptırır. Amacı, şehri iktisadi açıdan sıkıntıya sokmaktır. Bizans imparatoru ile anlaşıp Davut Paşa civarında bir mescit yapmak için izin alır. Ve Bizans’ı senede 10 bin floriye vergiye bağlar. Ama Ankara meydan muhaberesinde Timur’un galibiyeti Bizanslılara biraz olsun derin bir nefes aldırır.
Ama II. Muradın ordusuyla gelip, surların etrafına yerleşmesi ile Bizans artık kaçılmaz bir sona geldiğini anlar.
Zaman yaklaşmıştır, Sultan Mehmet Han tam Anadolu hisarı karşısına Hermoeum Promontorıum tepesine boğaz kesen hisarının inşasına başlar. Hisar 4 ay gibi kısa bir sürede tamamlanacak, İstanbul kontrol altında tutulacaktır. Hisarın yapımında Zağnos Paşa görevlendirilir. Boğaz artık koruyucu iki el misali korumaya alınmıştır.
Sultan Mehmet Han top konusunda üstün bir bilgiye sahiptir. Macar usta Urban ile birlikte bugüne kadar yapılan topların en büyüğü olan Balyemezi dökerler. Topun üzerine “Zorlara dağlar dayanmaz” kitabesi yazılır. İstanbul için maddi manevi herkes görev başındadır. Mehmet Han zamanın kutbu Ubeydullah Ahrar hazretlerini fetihte yer alması için göreve çağırmıştır. Beyaz atın üzerinde gelen Ubeydullah Ahrar hazretlerinin arkasında büyük manevi bir ordu vardır. Sultanın yanında Akşemseddin hazretleri beklenen günün geldiğini Sultana bildirir. Şeyh Sarı Saltuk hazretleri ihvanları ile yerlerini almıştır.
Buhara’dan gelen Şeyh Ahmet Yesevi hazretlerinin bin kişilik ordusu da fetih için oradadır. Denizde Cebe Ali ve 300 Zeyni dervişi ellerinde ki bendirleri ile şimdiden fethi müjdelemektedirler. Şeyh Bektaşi Veli’nin 300 kişilik ordusu, ayrıca 77 evliya 77 kapıyı tutmuş beklemedeler. Molla Fenari, Molla Gürani, Emir Buhari, Şeyh Zindani, Horoz Dede, Oduncu Baba gibi veliler surların kapılarını tutmuşlar, manevi kapıları açmak için duadalar. Sonra bu kapılar onların isimleri ile anılacaktır.
Nihayet beklenen o gün gelmiş, fetih gerçekleşmiştir. (1453) Gerçek inanç şuuruyla yapılan bu fetih sadece bir fetih hikayesi değildir. Bu aynı zamanda bir çağı kapatıp, yeni bir çağ açan, dini, dili, kültürü, örfü, ahlakı dünyaya yayma azminde olan bir kumandanın da hikayesidir.
Yetişkinlik çağlarında Zağnos Mehmet Paşa ona Eflatun’un Muhaverelerini Plutargue in Büyük Adamların Hayatını, Sicilyalı Theokritos’un, şiirlerini, Sofoklesin oyunlarını, Homeros’un İlyadasını okur, onu eski medeniyetler ve tarihi konusunda yetiştirirdi. Sultan Mehmet Han 21 yaşında gerçekleştirdiği bu fetih ile Fatih Sultan Mehmet ismini almış, ününü bütün dünyaya duyurmuştur.
Fetih ile birlikte şehirde bulunan herkes din, dil, ırk, millet, soy, renk ayrımı olmaksızın imparatorluğun koruması altına girmiştir. İmparatorluk bayrağı altında yaşayan herkes kendi inancını, dinini, örfünü, adetini adalet ile yaşama hakkına sahip olacaktır. Ve bunun güvencesi devlet tarafında kendilerine verilmiştir. Şehir yeniden inşa edilecek, harap olan her yer onarılacak, Kostantinapolis ismi değişecek ve bu şehir bütün dünyanın gözünün üzerinde olduğu tek şehir olacaktır.
İstanbul’un ilk ismi hiç bilinmez. Bilinmeyen isimlerinden biri, tarihte “Kutsal Hikmet” anlamındaki Mekadonya’dır.
Stin Polis, Augusta Antonina, Nova Roma, Kostantinapolis, Kostantaniye, Dersaadet, Astane, Daraliye, Darülhilafe, İslambol ve de İstanbul olsa da onun bendeki ismi Aşıklar Beldesi İstanbul’dur
Bir yer düşünürüm hep.
Bende olan, benimle olan.
Ve ben onda iken,
Bana hayaller kurduran.
İşte o sensin İstanbul.
“Nice revaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada,
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.”
Yahya Kemal
Yazar: Güzin Osmancık
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.