Bozkır'da bir Anadolu masalı 'Gönül Dağı'

Bozkır'da bir Anadolu masalı 'Gönül Dağı'

Kurtuluş Balekoğlu'ndan, senarist Ali Asaf Elmas ile samimi ve sıcak bir röportaj.

TRT ekranlarında bir dizi var. Diğer dizilerden farklı. Sımsıcak, bizden, samimi. Geleneğimizi, kendi insanımızı anlatan, masumiyeti mizahla birleştiren, ekranlarımızın en naif yapımı.

Gönül Dağı'nı Mustafa Çiftçi'nin öykülerinden yola çıkılarak Ali Asaf Elmas Mustafa Becit ve Teoman Gök tarafından senaryolaştırıldı.

Karakterlerin yaşadığı zorlukları, mutlulukları, aşması gereken engelleri tatlı dille, güler yüzle anlatan dizi ilk yayınlandığı günden beri gönüllerimize taht kurmayı başardı. Sevindirici olan reytinglerde de birinci çıkıyor. Tabi ki kalbimizde bıraktığı iz ne reytinglerle ne rakamlarla ölçülebilir.  

Senaryo ekibinin şefi Ali Asaf Elmas ekip adına sorularımı yanıtladı.  

Bozkırda bir Anadolu Masalı diyorsunuz. Ama anlattığınız bu masal aslında gerçek hayattan hiç de kopuk değil. Hatta hepimizin hayatının ta kendisi olarak yüreğimizin köşesine dokunuyor. Bir taraftan boğazlarımızı düğümleyip ağlatıyor, bir taraftan da içten gülümsememize neden oluyorsunuz.  Bizi duygu seline boğuyorsunuz. Peki siz bu projeye nasıl ve hangi duyguyla başlamıştınız?

Projeye başlarken duygumuz çok netti aslında. Yapımcımız Ferhat Bey ilk bu konuyu açtığında, Bozkır’ı anlatan Bozkır insanını anlatan gerçek bir masal yapmak istediğini söylemişti. Bizi projenin içine çeken de bu oldu. Yabancı olmadığımız bir duygu, gerçek insan hikayeleri anlatmak. Anadolu’nun kadim efsanelerine dokunmak. Bunlar heyecan vericiydi. 

Anadolu hikayeleri toprağı kadar bereketli, neresini eşeleseniz bir duyguyla, bir hikayeyle karşılaşıyorsunuz. Ve bütün bu duyguların insanlar üzerinde bir karşılığı var. Bu duyguları gerçek sahiplerine ulaştırmak, bunu yaparken aslında zaman zaman unuttuğumuz hatta bazen tamamen unuttuğumuz duyguları hatırlamak istedik.

Hatırlamak diyorum çünkü bu dizi bizi de bir yolculuğa çıkardı. Bazen Taner’in hayallerinde bulduk kendimizi, bazen Ramazan’ın boş vermişliğinde, Veysel’in öfkesinde, Cemile’nin sadakatinde, bazen de Sefer’in söyleyemediklerinde...  Ve bir Ciritçi Abdullah çıktı karşımıza. Atının üstünde dimdik bir adam. Ama o da yaralı, heybesine bir pişmanlık sıkıştırmış ve o pişmanlık Ciritçi Abdullah’ı insan yapmış. 

Bu masalı anlatmaya girişmek gerçekten heyecan vericiydi. Masal diyorum ama aslında tasarladığımız her sahneyi, her öyküyü bir dizi duygusundan çıkarıp edebi, şiirsel bir anlatıya dönüştürmek istedik. Ne kadar başarabildik bilmiyorum ama yola çıkarken duygumuz buydu.

Ekranlar negatif önermeli dizilerle doluyken siz  naif, özlediğimiz duyguları anlatan bir proje ile yola çıktınız? İzlenmez diye düşündünüz mü hiç?

Endişelerimiz olmadı mı? Elbette oldu. Seyircinin çok da alışık olmadığı bir türde yola çıktık çünkü. İçinde entrika yok, antagonist var ama kötü değil, bir takım ezberlerden uzak. Bütün bunlara rağmen izlenir mi? Evet, bu konuda endişelerimiz vardı ama tuhaf bir şekilde çok izleneceğine dair de bir inanç vardı içimizde. Belki de bu inancı veren, projenin durduğu yerdi. Farklıydı ve en önemlisi bizden bir hikayeydi. 

Çok izlendi, izleniyor, yeni seyirci çekmeye devam ediyor. Bunlar bize mutluluk veriyor açıkçası. Bu tür işlerin reyting alması, izlenmesi gerçekten çok umut verici.

Ekranda daha güzel işlerin olması için teşvik edici. Bu konuda mutluyuz. Ama böyle bir dizi başka bir mecrada ekran şansı bulabilir miydi diye sorsanız? Orada da TRT’ye teşekkürü bir borç bilirim. En başından itibaren projeye inandılar, bizi yüreklendirdiler ve en önemlisi seyirciyle buluşma fırsatı verdiler. 

Diyaloglarınız çok güzel. Her yerde yazılıp paylaşılıyor. Diyalog yazarken bizim izlerken etkilendiğimiz gibi siz de etkileniyor musunuz? 

Diyalogların çoğunu etkilenerek yazıyoruz diyebilirim. Komedi sahnesi yazarken gülüyoruz, duygusal sahneleri yazarken hüzünleniyoruz, gözyaşlarımızı saklamak zorunda kalıyoruz. Sahne içinde bir güzellik olduğunda mutluluk duyuyoruz.

Her şeyden önce aslında bu dizinin ilk seyircisi biz oluyoruz. İlk biz izliyoruz yazarken. Beğenmediğimiz bir diyaloğu, gözümüzü yaşartmayan bir sözü, güldürmeyen bir sahneyi seyirciyle paylaşmamaya çalışıyoruz. Ve tabi en önemlisi içerden bakmak. Her hikaye, her sahne ve her diyaloğa içerden bakmaya çalışıyoruz. Oradan, oranın bir parçası olarak. Sanki o ana şahitlik ediyormuş gibi. 

Proje oluştururken, yazarken etik kaygılarınız oluyor mu?

Kendim izlemek istemeyeceğim bir şeyi yazmak istemiyorum... 

Davranışlarımız izlediğimiz filmler, diziler üzerinden şekilleniyor. Artık biz film ilişkileri yaşamaya başladık. Nasıl seveceğimizi, nasıl davranacağımızı, olayları nasıl değerlendireceğimizi izlediklerimizden öğreniyoruz.

Örneğin tek taşla evlilik teklifi Amerikan filmlerinden öğrendiğimiz bir davranış biçimi. Türk erkekleri artık böyle evlilik teklifi ediyor ve Türk kadınları da kendi değerlerini bu tek taş üzerinden belirliyor.  Dizinizde bir sahne vardı. İzlerken hep ciğerler yandı. Cemile Veysel’in kalbinin üzerine elini koyup “Benim evim burası, duvarım da bu, çatım da... Bu neredeyse benim evim orası” diyordu. 

Aslında bu, aşka nereden baktığımızla ilgili bir konu. Belki biz nesli tükenmiş bir aşkı anlatıyoruz, belki de Anadolu’nun kıyısında köşesinde, sessiz sedasız yaşanan böyle aşklar vardır, bilemiyorum. Ama bunlar çok uzak olduğumuz duygular değildi.

Anadolu romantizmi vardı, Samiha Ayverdi’nin “Yaşayan Ölü” sünde anlattığı, elde etmek üzerine kurulmamış bir aşk. Sadece sevmek, uzaktan ve sessizce. Beklentisizce...

Aslında belki de burada anahtar kelime bu. Beklentisizlik. Artık o kadar çok beklentimiz var ki, bizi sevsin istiyoruz. Yetmiyor ömrünü versin istiyoruz. Yetmiyor bizi anlasın istiyoruz. Yetmiyor tek taş istiyoruz. Yetmiyor araba istiyoruz. Yetmiyor ev istiyoruz. Yetmiyor daha zengin bir hayat istiyoruz. 

Halbuki sevgilinin bir ayak izine bile razı olunan aşklar vardı Anadolu’da. “Ben o bir çift bakışı bir ok yarasına değişmem” denilen aşklar vardı. Belki de kaybettik bu güzellikleri, neden bilmiyorum. Kolay ulaşım, internet, modern çağ adına ne dersiniz bilmiyorum bu konuda ahkam kesemem. Ama galiba özlüyorum o duyguları. O eski dostlukları, o beklentisizlikleri, o aşkları. Belki de bu özlem duygusudur yazdıran bilmiyorum. 

Sete iş yetiştirme yoğunluğu içindeyken bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.

Rica ederiz. Biz teşekkür ederiz.

Kültür Sanat Yazarı

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum