Cümleler ve Cellatları
Ne kadar seviyoruz değil mi magazini? En ciddi konular bile tek cümlenin altında ezilip gidiyor, kayboluyor. Cümleler hükmediyor artık hayatımıza. Ağzımızdan çıkan, kontrol edemediğimiz cümleler.
Levent Kırca dün neşe kaynağı bir adamdı, eğlenceli bir adamdı. Yaptığı belden aşağı esprilerin tamamını “Olacak O Kadar” diyerek tebessümle karşıladık. Tiplemelerine güldük, hala konuşulan repliklerini kullandık günlük hayatımızda. Yıllardır dillerde bulunan birçok esprisi var hala. Gülersiniz ya da gülmezsiniz ama bilirsiniz o replikleri.
Ve Levent Kırca tek bir söz söyledi İstanbul’da Sanatçılar Buluşması’nda. Söylenmeyecek, asla söylenmeyecek bir söz tüm gecenin, söylenenlerin, söyleneceklerin önüne geçti. Sahi ne söylendi o gecede? Sanatçılar niye toplanmıştı? Levent Kırca’nın konuşması için mi toplanmıştı herkes?
Gece ile ilgili Levent Kırca’nın cümlesi dışında tek söz var mı akılda kalan? Yok.
Gecenin mana ve ehemmiyeti neydi? Bu kadar çaba ne içindi?
Nasıl söylendiğini bir kenara bırakarak soruyorum, Levent Kırca tepki gösterdiği konuda ne kadar haklı? Sanatçılar, muhalif olduğu her halinden belli olan bir toplantıya muhalefet partisi genel başkanını davet etmişler, muhalefet partisi genel başkanı da “benim işim var benim konuşmamı öne alın” demiş mi? Ve konuşmasını yaptıktan sonra toplantıyı terk etmiş mi? Evet!
Takılmayın Levent Kırca’nın söylediğine, işin mantığına bakın. Muhalefet partisi genel başkanının yaptığı doğru mu? Davet etmişsiniz, gelmiş, konuşmuş ve gitmiş. Muhalefet için yapılan bir toplantıda muhalefet partisi lideri konuk oyuncu mu olmalı?
Böyle bir toplantıyı iktidar partisinin yaptığını düşünün, nasıl bir şova dönüştürülürdü o toplantı.
O gün yerden yere vurulan Levent Kırca 15 gün sonra Fatih Altaylı karşısındaki performansı ile sosyal medya kahramanı oldu.
Bu nedir, bu nasıl çelişkidir?
Hepimiz aslında Fatih Altaylı’nın ne zaman köşeye sıkışacağını bekliyormuşuz. Doğru da olabilir. Ama neden? Köşeye sıkışmasını istediğimiz adamı köşeye sıkıştıran daha geçen gün tek cümlesi ile bir anda en çok ayıplanan kişiler listesinde bir numaraya yükselmiş. Gerçekten tüm önemli köşelerde oturanlardan nefret mi ediyoruz? Birilerinin hata yapması, istemediğimiz cümleleri söylediği zaman içten içe “iyi ki söyledi” diyerek ellerimizi ovuşturmamız, tek cümle ile linç ettiğimiz insanlar neden bizi bu kadar mutlu ediyor?
Ne kadar çok nefret edilen insan var.
Türkiye’nin gördüğü en büyük haberci (bence) olan Mehmet Ali Birand’ı kaybettik dün. Onunla ilgili herkes düşüncelerini söylerken 50 yıllık meslek yaşamında ağzından çıkan (belki de çıkmayan) üç-beş sözü dile getiren sosyal medya söylemleri hemen yayılmadı mı? Beğenmeseniz de Mehmet Ali Birand’ın düşünceleri olamaz mı söyledikleri, düşünceleri size göre yanlış bile olsa saygı duymak gerekmez mi?
Mehmet Ali Birand’ın “Demirkırat“,“12 Eylül” ve “28 Şubat” Belgeselleri çok net olarak söylüyorum, bir daha yapılamaz. Birer tarihtir bu belgeseller. Türkiye’nin en önemli gazetecileri Birand okulundan yetişmedi mi? En önemli röportajlara imza atmadı mı Birand? Tüm bunları görmeden nerede, hangi koşullarda söylendiği belli olmayan altını çizerek söylüyorum “sunulan” bir cümle ile yok ediyoruz insanları. Yaptıkları, ortaya koydukları değerler nereye gidiyor?
Orhan Pamuk’un, Hırant Dink’in söyledikleri (eğer söyledilerse) çok mu doğru? Rasim Ozan Kütahyalı’nın, Nagehan Alçı’nın söylediklerine katılanlar ile katılmayanların oranı belki de yarı yarıyadır. Ortada hep kurulan cümleler, cümleler, cümleler. Kulağa yanlış gelse de onun fikri, dinlemezsin, okumazsın ya da en güzeli sen de söylersin, sen de yazarsın. Fikirlerini, düşüncelerini herkesle paylaşırsın. Sosyal medya üzerinden başkalarını linç ederek değil, fikirlerini söyleyerek ulaşırsın herkese.
Bu mantıktan baktığımızda bugün İmralı ile yapılan görüşme sürecini ve bu sürecin içinde bulunanları nereye koyacağız?
Cümle kurmak kolay iş değil ki, ağızdan birçok doğru cümle yanında bir çok yanlış cümle de çıkabilir. Çıkmıyor mu? Sevgilisine eski sevgilisinin adı ile hitap etmeyen kaç kişi var hayatta? Küçücük bir hata belki ama yıllar geçse de unutulmaz.
Nasıl bu kadar gaddar olabildik? Hoşgörü nereye gitti?
Sadece kurulan cümleleri sorgulayarak yapılan spor programları yok mu?
Sadece ağızdan çıkan cümleleri değil kelimeleri olay yapan magazin programları yok mu?
Ve en çok seyredilen programlar bunlar değil mi?
Sonra herkes aynı soruyu soruyor birbirine; bu ülkede neden her gün kavga oluyor, olay çıkıyor diye. Herkes karşısındaki cümlenin celladı olmaya çalışıyor çünkü.
Hayatın içinde söylenen her cümleyi, her duyguyu, her düşünceyi sağcı, solcu, dinci, laik, alevi, ateist, alevi, budist, yandaş, yalaka diye ayrıştırmayı nasıl başardık?
Okumadan, incelemeden, empati yapmadan magazin denizinde boğulmak neden?
Düşmanının arkasından bile “iyi bilirdik” diyen bu toplum nasılda hayatın içinde söylenmiş birkaç sözün hakim, savcısı, avukatı, celladı oluverdi.
Belki çok klişe ama ne oldu bize?
Nur içinde yat Birand!
İyi bilirdik…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.