Kurtuluş Balekoğlu'nun Kaleminden "Dijital Çağda Yaşasın İyilik"
Kurtuluş Balekoğlu'nun Kaleminden "Dijital Çağda Yaşasın İyilik" Başrolde de sempatik kötüler.
Giyimde marka nedir bilmediğimiz, siyah önlük, beyaz yaka okula gittiğimiz...
“Fast food” nedir bilmediğimiz, coşkuyla yerli malı haftası kutladığımız...
Akıllı, android nedir bilmediğimiz, şehirlerarası konuşmalar için bağlantı talep edip saatlerce çevirmeli telefon başında beklediğimiz yıllardı... 80’li yıllar...
Galiba sosyal hayatımız daha basitti. Ve Türk halkı olarak biz entrika nedir pek bilmezdik.
Sonra bir dizi başladı TRT’nin tek kanal olduğu o dönemde. Alışılmış değerlerimizi allak bullak eden bir dizi... Teksaslı petrol zengini 'Ewing Ailes'i’nin Southfork Çifliği’ndeki ihanet, kıskançlık ve entrika dolu, dönen dolapların bininin bir para olduğu yaşamını anlatan dizi ; “Dallas.”
Batıyla oldukça farklı sosyolojik yapıya sahip olmamıza rağmen dizi ülkemizde fenomen oldu ve sosyal hayatımızı derinden etkiledi. Milyonlar ekran başına kilitlendi. Yayınlandığı saatlerde sokaklarda bir Allah’ın kulu kalmaz, incin top oynardı. Bir bölümünde Ceyar görülmeyen birisi tarafından vurulmuş ve bu bölüm 57 ülkede 350 milyon kişi tarafından izlenmişti. Ülkemizde de bir belediye hoparlöründen Ceyar’ın vurulması duyurulmuş hatta TRT haber de bile konu olmuştu.
Ailemizle, arkadaşlarımızla, çevremizle ilişkilerimize yansıdı etkileri. Davranışlarımız, günlük konuşmalarımız, şakalaşmalarımız, hitap etme tarzlarımız onlara benzemeye başladı. Tüketim alışkanlıklarımız onlara özenerek değişti. Kısacası yaşam biçimlerimiz “Dallas gibi” olmaya başladı. Ve bu deyim o günlerden bize miras kaldı. Karışık ilişkilerin, kimin eli kimin cebinde belli olmayan durumların olduğu yerde “Dallas’a döndük”, “Dallas gibi mübarek”, “Ortalık Dallas gibi oldu'' demeye başladık ve bu deyimler dilimize girmiş oldu.
Bazı ülkelerin siyasi geleceğini bile değiştirdiği anlatılır. Demir perde ülkeleri arasında Dallas'ı yayınlayan tek ülke olan Romanya’da dönemin diktatörü Çavuşesku'nun iktidarını kaybetmesinin en büyük nedeni olarak gösterilir Dallas.
Şöyle ki Çavuşesku batı toplumunun nasıl yozlaştığını halkına göstermek stratejik gerekçesi ile Dallas’ın yayınlanmasına izin vermiş. Vermez olaymış.
Çünkü halk dizideki şaşaalı yaşama gıpta etmiş ve "Neden orada var da, bizde yok?" diye sorgulamaya girişivermiş. Bunun üzerine Dallas apar topar yayından kaldırılmış ama şeytan o kapıdan içeri sızmış bir kere...
Tabi iktidar sahibi güçlü duruşu, sinsi bakışları ve pis gülüşüyle dizinin kötü adamı ve baş kahramanı “Ceyar” da bizim hayatlarımıza sızıverdi. Tüm zamanların en kötü karakterlerinden biri seçilen Ceyar’la gözümüzü entrikaya, ihanete, yolsuzluğa, çakallığa, köşe dönmeciliğe açtık. Öyle bir açtık ki Tecavüzcü Coşkun’a, Nuri Alço’ya, Erol Taş’a rahmet okuttu Ceyar... Bu vesileyle Türk sinemasına emek ve ruh vermiş tüm eski Yeşilçam kötülerini de rahmetle anmış olalım buradan...
Bizi bugün bu entrika ve çarpık ilişki dolu günlere Dallas getirdi demek belki biraz fazla olacak ama Türk milletinin çivisini çıkarma sürecinin başlamasında önemli bir rolü olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Dallas’ın doğru zamanda, doğru şekilde yozlaşma servis ettiği ve başarılı olduğu bir gerçek.
Dallas dizi tarihi için de bir milat oldu. O günden sonra entrika, kin, intikam, çıkar ilişkileri üzerine kurulu yapımlar televizyonlarımızda dozunu artırarak hüküm sürmeye başladı.
Tabi artık Dallas’ta olduğu gibi hikayelerde iyi ve kötü insanlar arasındaki melodramatik mücadeleler yok. Ceyar gibi, Nuri Alço gibi eski kötüler adeta kötülüğün cisimleşmiş halleriydi. Ve iyiler de mutlak iyiydiler...
Elbette diziler iyi ve kötü karşıtlığı üzerinden izleklerini kurarlar. İyi bir karakter zulme maruz kaldığında yüreğimiz sıkışır, mutlu olmasını beklediğimiz için izleriz o diziyi. Ama yeni nesil yapımlarda kötücüllüğe yakın bir yerlerde kime özdeş olacağımız konusunda kafa karışıklığı içinde kalıyoruz.
Eski kötüler saf kötü olmaları sebebiyle bugünkü kötülerin yanında bilinçaltımıza tesirleri açısından daha tehlikesiz kalıyorlar. Çünkü eski dönem kötüleri ile özdeş olmaz, onlara karşı saf alırdık izleyici olarak. Mutlak kötüler bize iyilik tarafında durmamız gerektiğini net bir şekilde işaret ederdi. Bugün anti kahraman adı altındaki kötü karakterler bizi kaygan bir zeminde bırakıyor. Çünkü onlar haklı gerekçeleri olan, sempatik günahkarlar olarak servis ediliyor.
Örneğin Kırmızı Başlıklı Kız masalını dinlerken hiçbirimiz “Kurt da ne yapsın canım? Onun da yavruları vardır. Hem etobur bir hayvan sonuçta. Nineyi yemesin de ne yapsın?” dememişizdir herhalde...
Peki bugüne gelince neden kötü karakter Joker’i haklı bulabiliyoruz? Yada nasıl oluyor da uyuşturucu yapan, insanlığa para için zarar veren, burası fazla kalabalık oldu diye dünyanın yarısını yok eden karakterlerle aynı safta yer alabiliyoruz?
Psikolojik araştırmalar kendimize benzeyen karakterleri sevdiğimizi ve onları çekici bulduğumuzu söylüyor. Onları çekici kılan karakterimizin zıddı olmaları değil, aksine kimliğimizden bir parça bulmuş olmamız gerçeğiymiş. Karanlık tarafımızı keşfetmemizi, nefsimizdeki kötü özellikleri harekete geçirmemizi sağlıyorlar yani. “İyi bir insan mıyız değil miyiz?” sorgulamasına gerek olmadığını telkin edip, karanlık yönlerinizle buluşun diyorlar.
İnsanız ve yaradılış sistemimiz dahilinde bir nefs taşıyoruz. Ve onu harekete geçirmek son derece kolay. Kötücül bir karakter olmaya bir film yada bir dizi sahnesi kadar yakınız belki de...
Bize bunu kimler nasıl yaptılar bilinmez ama çıkarsız sevginin olmayacağı yalanına hepimizi inandırmış görünüyorlar. Ve sevginin bizi kurtarmayacağına... Oysa sevgiye, sevginin gücüne, dünyayı sevmenin kurtaracağına inanmak istiyor bir tarafımız. Yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmenin güzelliğini yaşamak istiyor ruhumuz...
Buradan aydınlık tarafta yer alan yapımcılara, senaristlere, yönetmenlere sesleniyorum. Artık ruhumuzun ihtiyacı olan sevgiyi, hoşgörüyü, tevazuu, doğruluğu yücelten yapımlara imza atın lütfen. Affetmenin yüceliğinin, çıkarsız sevmenin getirdiği mutluluğun, kötülüğe karşı iyiliğin, veren elin alan elden üstünlüğünün anlatıldığı hikayeleri izleyelim. Ve toplumumuzda zedelenmiş, hatta yok olmuş olan iyiliğe karşı inancı tamir edelim ve yaralarımızı saralım böylece... Çünkü dünyayı güzellik kurtaracak... Dijital çağda yaşasın iyilik...
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.