Güzin Osmancık'ın kaleminden Ebru Sanatı
Sanatın merkezi olan İstanbul’da hayat bulan ebru sanatı, kesin olarak çıkış noktası bilinmese de ilk izlerinin rastlandığı yer olarak Buhara ve Semerkant olduğunu tahmin ediliyor.
Orta Asya’da ilk görülen ebru tarzı Sümenegaşa denilen tek renkli mürekkep kullanılarak yapılan ebru tarzıdır.
Daha sonra ipek yolu ile İran’a geçerek oradan ülkemize girip geleneksel sanatımız olarak hayat buluyor. İlk adı Çağatayca da EB- RE dir.
AB (su,) RU (yüz) olarak ele alırsak,” su yüzü” olarak bir anlam çıkar. Ayrıca kelimeyi farklı olarak böldüğümüzde Ebr-u bulut olarak da bir anlam taşıyor. Yani bulutu andıran bir görüntü tasvir ediliyor.
Nasıl ki bulutların gök yüzünde oluşturduğu şekiller bir daha tekrarlanmıyorsa Ebru da aynı şekilde bir daha aynısının icra edilmesi mümkün olmuyor.
Geleneksel sanatımız olarak literatüre geçen ebru, pek çok deruni ritüellere sahip olarak icra edilir. Ebrunun icrasına başlamadan önce sanatçının bir duası vardır ki bu mutlaka yapılır.
“Yarabbi burada tecelli edecek olan sensin. Sakın ola, ki nefsime pay çıkartıp ben yaptım zannettirme, enaniyetimi azdırma. Ya Enel Hak” deyip ebru sanatının çalışmasına başlanır.
Buradan şunu anlıyoruz ki her sanatçı mutlaka sanatını bir kaynaktan ilham alarak icra eder. Eğer ki bu ilham İlahi kaynaktan geliyorsa, insana şifa olan bir mutluluğa vesile olur.
“İslam Sanatı “statüsünde olan Ebru sanatı, sanat dalları içinde “ilahi” bir sanat olarak isimlendirilir. Çünkü İlahi bir güzellik taşıyan bu sanat, sanatçının kontrolünde gerçekleşmez. Yani buna kontrolsüz bir sanat demek daha doğru olur. Ortaya çıkan eser, Külli irade ile Cüzzi iradenin karşılıklı bir oluşumu ile gerçekleşiyor da diyebiliriz.
Ebru sanatının manevi bir sanat olarak ele alınması, teklik akidesi, yani Vahdet anlayışıdır. Resim sanatında bir sanatçı resmini icra eder. O sanat eseri röprodüksiyon olarak aynen kopya edilebilir. Ama ebru sanatında bu mümkün değildir. Yani bir ikincisi asla mümkün değildir. Kontrol sanatçıdan çok suyun iradesine teslim edilmiştir. Bu sebeple ebru teknesine “tefekkür teknesi” denir. Teknenin içine koyulan su ebrunun ilk temel malzemesidir. Bu bizlere Enbiya suresi 30. ayeti idrak ettirir. “Biz canlı hayatı sudak başlattık”
Su, çok özel bir oluşuma sahiptir. Etrafında bulunan her şeyden etkilenebilir. Bunu yakın bir zamanda Japon bilim adamı Dr Masaru Emoto yaptığı bir takım bilimsel araştırmalar sonunda suyun hafızası olduğunu ortaya koymuştur.
Ebru sanatında dünyada Barutçu ebrusu adı altında bir ekol yaratan Hikmet Barutcugil’in ebru sanatı hakkında inanılmaz açıklamaları vardır.
Barutcugil, ebru sanatında mikro kozmos ile makro kozmos arasında kendi içlerinde bir oluşum, bir iletişim olduğundan bahseder. Ve bir gün bilim dergisinde gördüğü bir fotoğraf karşısında hayretler içinde kalır.
Gördüğü resim bir karaciğer dokusunda ki kan hücresinin milyon defa büyütülmüş halidir. Resmin altındaki açıklamada elektro mikroskopta büyütülmüş alkali karaciğer dokusu yazar. Ama resim Barutcugil’in ebruları ile neredeyse birebir aynıdır.
O zaman anlar ki, ebru sanatı bir sonsuzluk ve aynı zamanda da yaratılıştaki pek çok sırları ifşa etmektedir. Bu sanat ile irade dışında birtakım oluşumlar gerçekleşir ve sanatçı bu oluşuma müdahale edemez. Netice olarak, mikro kozmos ile makro kozmosun bire bir aynı şeyler olduğu gerçeğidir.
Ebruda kullanılan bütün malzemeler tamamen organik doğal malzemelerdir. En baş malzemesi sudur. Suyun yoğunluğunu arttırmak için kitre denilen gevenden elde edilen bir zamk kullanılmaktadır.
Fırçaları ise gül dalı ve at kuyruğundan yapılır. Boyalara ise sabitleştirmeyi gerçekleştirmek için sığır ödü katılır. Ebruda kullanılan boyalarda tamamen organik metal oksitlerden oluşuyor. Demir oksit, bakır oksit toprak pigmentleri gibi hepsi de organik, doğadan elde edilen renklerdir.
Önce hazırlanan kitreli suya fırça darbeleri ile boyalar serpilerek bir zemin hazırlanır. Daha sonra daha baskın renkler ile şekiller verilir. En çok kullanılan motif ise Lale ve Gül motifleridir.
Bu motiflerin kullanılmasının ebru sanatında derin bir anlamı vardır. Çünkü İslamiyet de Lale Allah’ı yani tekliği temsil eder. Ebced hesabına göre her iki isminde sayısı 66 dır. Gül ise Peygamber (s.a.v) Efendimizi remz eder.
Renklerin birbirine karışımı ile ara tonlar, tabiatta ki katmanlara benzer şekiller oluşur. Ebru da çeşitli desen türleri ve isimleri vardır. Battal, Bülbül Yuvası, Gelgit, Akkase en bilinenleridir.
Ebru sanatı su ile çalışıldığı için suyun enerjisini etkileyecek hiçbir negatif olay, hiçbir negatif konuşma olmamalıdır. Hafif bir sanat müziği ile sanatçı suyun kendisine bahşettiği o çıkacak olan sürpriz desenin heyecanını yaşar.
Boyaların su yüzünde şekil almasından sonra, beyaz kâğıt suyun yüzüne yavaşça bırakılır. İşte o an sanatçı için en heyecan verici andır. Suyun yüzeyine yatırılan kâğıt yavaşça kaldırılır.
Çıkan desen kendi iradesi ile ilahi iradenin birlikte meydana getirdiği bir oluşumdur. Bu sebeple bu sanata “zuhurat sanatı” da denilir. Desenler sanatçının kendi kontrolünün dışında, her desen nerede olması gerekiyorsa suyun yüzünde oraya doğru hareket etmiştir ve ebru tamamlanmıştır.
Sanatın insan ruhuna neler kattığını en iyi bilen ecdadımız Osmanlıdır. Bu sebeple her Şehzadeye mutlaka üst seviyede bir sanat dalı öğretilirdi. Bunun sebebi ise, hilm sahibi, yumuşak olsunlar, halkına merhamet ile davransınlar diyedir.
Ayrıca Osmanlı da sanatçıya ödenen ücretler ise oldukça yüksek meblağlardır. Bunun sebebi, sanatçının hiçbir geçim sıkıntısı çekmeden, sanatını rahatça icra edebilmesi içindir.
Ebru sanatı Avrupa’ya “Türkkâğıdı” adı altında servis edilmesine rağmen nedense kendi ülkesine yabancılaşmıştır.
Uluslararası sanata sahip olmak için her şeyden önce ulusal sanatımıza sahip çıkılmalı. Ulusal sanat ise, kendi genetiğimize, kendi kültürümüze uygun sanat dallarında ön plana çıkmak ile gerçekleşebilir.
Sanat bir haldir, hissedilerek yapılır. Sanatçı ise o halin içinde, ruhundan gelen hallerin mimarıdır.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.