Güzin Osmancık: "Ferah Feza"

Güzin Osmancık: "Ferah Feza"

İsmail Dede Efendi

 FERAHFEZA-BUSELİK (Dede Efendi)

Zülfündedir benim baht-ı siyahım.

Sende kaldı gece gündüz nigâhım.

İncitirmiş seni meğer ki ahım.

Seni sevdim odur benim günahım.

(Buselik makamı.) 

Dede Efendi diye bilinirdi halkın arasında o.  Halkın içinde, halk için besteler yapardı. Her yerde onun şarkıları söylenir, ilahileri okunurdu. Düğünlerde, cenazelerde, Mevlevihanelerde halkın neye ihtiyacı varsa hepsinde onun naif, bizden kendi kültürümüzden olan besteleri vardı. Hatta besteleri aynı devirlerde yaşayan Mozart, gibi ünlü müzisyenlerin bile ilham kaynağı olmuştu. Dünyevi arzulardan, mana arayışlarına sürüklerdi kalpleri. Mısralarında çaresiz kara duygular yerine filizlenen aşk buseleri alırdı. Herkesin dilindeydi şarkıları. Sabahın erken saatlerinde insana güç veren Saba Makamını en güzel şekilde icra eden eserleri vardı. Bu sebepten sabah namazı Saba makamında okunurdu. Nihavent, Rast makamının tedavi edici özellikleri vardı. İnsan ruhunu besleyen, nefsani duyguları körelten bu makamda ki besteleri Bimarhanelerde hastalar için çalınırdı.  Özellikle tıp alanında dahi olan kişiler onun makamlarını tasnif ederek hastalar üzerinde kullanmışlardı. Makamlar insan fıtratı üzerinde denenerek, psikolojik ve fiziki sebeplerinden dolayı tedavi amaçla kullanılırdı. Özellikle akıl hastaları Bimarhanelerde müzik ile tedavi edilirdi. Melodilerin duygular üzerindeki etkileri çok önceden beri biliniyordu. Her hastalığı tedavi eden makamlar vardı. Dede Efendi’nin de her makamdan besteler yapardı.

Müptelayım senin ahu gözüne

Bakıp bakıp ah ederim yüzüne,

Anladım uymuşsun eller sözüne,

Seni sevdim budur benim günahım.

Halkın dilinden düşmeyen Buselik makamında ki bu beste zamanın padişahı III. Selim’in de kulağına gitmişti. Kalbine dokunmuştu, ruhunda bahar rüzgarları estirmişti. Kimdi bu şarkının mimarı, kimdi bu kalpleri nakış gibi dokuyan bestekar diye merak etti. Onu mutlaka tanımak istedi ve hemen saraya davet edildi bestekar. Saraya çağırıldığında 1001 günlük çilesi henüz bitmemişti. Dede Efendi, onun ismi değil makamıydı. 1001 gün itikafa çekilip Allah ile baş başa kalan kişilere verilen bir mertebeydi bu. Dedelik makamını gelmeden önce Hamam Zade İsmail Efendi diye bilinirdi. Kurban Bayramın da dünyaya geldiği için adanmış anlamında bu isim verilmişti kendisine. (1778)  Şehzade başında mütevazi bir evdi yaşardı. Daha çocukluk yaşlarında sesinin güzelliği, müziğe olan ilgisi ailesi tarafından fark edilmişti. Ailesi onu Yeni kapı Mevlevi hanesin de Şeyh Ali Nutki Dedenin eğitimine vermişti. Orada tasavvuf eğitimi alıp kendisini Allah yolunda hizmete adadı. Daha o zamanlar başlamıştı besteler yapmaya.  Şehzade başında işlettiği, babadan kalma Acemoğlu Hamamını annesinden habersiz satıp 1001 gün sürecek çilehanesinde itikafa çekildi. Dede Efendi’nin dünyaya vermek istediği bir mesajı vardı. Sevgi, aşk, manevi duygular, muhabbet, yani ruhtan gelen ne varsa müzik dilini kullanarak kalplere mesajını ulaştırıyordu. Besteleriyle mutsuzluktan mutluluğa, sorumsuzluktan sorumluluğa, sevgisizlikten sevgiye, renksizlikte rengârek bir dünyaya açıyordu kapılarını. “Benim müziklerime hiçbir müdahalem yoktur. Rabbimden içime geldiği gibi besteledim” diyordu. Müziklerinde hiçbir abartı yoktu, sade ve zamanların ötesinin müziklerini yapıyordu. Aynı zamanda neyzen ve hanendeydi.

Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni.” Hicaz beste

Buselik makamında bestelediği “Zülfündendir benim bahtı siyahım” diye başlayan bestesiyle birdenbire ünlendi. Şarkı artık halkın dilinde her yerde çalınmaya başlamıştı.  Zamanın Padişahı III Selim de müziğe tutkun, besteleri olan bir padişahtı. Bu sebepten dolayı onu tanımayı çok istemişti. Artık haftanın 2 gününü sarayda musiki yaparak geçiriyor, diğer günler yine çilehanesine çekiliyordu.zIII. Selim’e teşekkür için bestelediği “Müştak-ı Cemalin Gece Gündüz dil-i şeyda” isimli bestesi Selimi o kadar duygulandırmıştı ki, Padişah tarafında en az 3 hamam parası altınla ödüllendirildi. Ayrıca Murassa imtiyaz nişanı ile mükafatlandırıldı zIII. Selimin ölümünden sonra Padişah II.Mahmut zamanında da  Dede Efendi yine sarayda kaldı. Padişah II. Mahmud’un isteği üzere bestelediği Ferahfeza Ayini onun bestelediği son ayini olacaktı.   Dede Efendi öylesine maneviyata yüküydü ki doğan 5 çocuğuna Mehmet, Safa, Mustafa, Ayşe, Hatice isimlerini vermişti. Genç yaşta oğlunu kaybedince bestelediği Bir gonca femin yaresi vardır ciğerimde” bestesi ile acısını nasıl da kelimelere yüklemişti

Müzik hayatı, Cankurtaran Ahır Kapı da halk ile iç içe hep onlar ile geçti. Bütün bestelerini halk için yaptı. Bilinen en az 500 eseri vardır. Ölümünden 170 yıl sonra Rumca kaynaklardan birkaç eseri daha gün yüzüne çıktı. Dede Efendi zamanın ötesinde besteler yaptı demiştik. Günümüzde yabancı yönetmenlerin filim müzikleri ile yıllar sonra yine isminden çok söz ettirir. Son yıllarda John Travolta’nın baş rol oynadığı Pulp Fiction filminin müziği popüler olması sebebi ile bestecisi arandığında arkasından Dede Efendi çıkar. Hızlandırılmış formda yapılan bu müzik uzun seneler dillerden düşmez. 19 YY artık Osmanlı’nın son dönemleridir.  Bu süreçte halkın arasında yaygın bir batılılaşma hareketi başlar. Dede Efendi Vals formunda yaptığı “Yine Bir Gül Nihal” bestesi ile batılılaşma hareketine de ayak uydurarak gündemi yakalar. Makamların ve bestelerin dahisi olan Dede Efendi’nin İstanbul’da Cankurtaran da ikamet ettiği evi şimdilerde Dede Efendi Evi olarak müze olarak kullanılmaktadır. Türk musikisine kazandırdığı besteler, ayin, ilahi, peşrev, saz semai, kar-ı natık, semai, şarkı, türkü, köçekçe, Kar-ı Nevi, Hüzzam, Saba, Araban Kürdi, Hicaz Buselik, Sultan-ı Yegâh makamında ki eserlerdir.

Verdiği yüzlerce eserden sonra Dede Efendi sessizliğine çekilme manevi arzusu ile Mekke’ye gider. Bu onun son yolculuğu olacaktır.  O artık hayatında en sevdiği mekân olan Mekke’de, Cennet-ül Mualla’da ebedi bir mekânın sahibidir.  (1846) Günümüz insanları Ferahfeza, Buselik, Suzinak makamlarını bilmiyorlar. Bu sebeple maneviyatın ve aşkın gıdası olan ilahi kaynaktan bize akan bu eserlerden fayda alamıyorlar. Eğer kendi müzik kültürümüz ile beslenebilseydik, gönüllerimizi bu müzikler ile filizlendirebilseydik depresyon şarkılarına itibar eder miydik hiç?   Gençlerin dilinden düşmeyen “Şeytan benim kankamdır, o ne derse ben yaparım” diye söylenen şarkılar itibar görür müydü hiç? Her satırı negatif duygular ile yazılan, isyan, nefret, küfür, beddua söylemleri insanları nasılda karamsarlık girdabında boğuyor.  His dünyaları bu tür müzikler sebebi ile tutsak ediliyor. Ve bu müziklerden etkilenip olumsuz davranışlar sergiliyorlar. Oysaki ihtiyacımız olan, aşkı ve maneviyatı besleyen İlahi kaynaklı müzikler değil midir?

(Güzin Osmancık)

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.