İstenmeyen Bir Çocuğum, O Halde Ölmeliyim..
Uzman Hipnoterapist Gani Eser istenmeyen gebelik süreçlerinin doğumdan itibaren çocuklar üstündeki etkisi hakkındaki görüşlerini açıkladı..
İnsanın temel sosyal gereksinimleri; kabul görmek ve onaylanmaktır. Okul sıralarındayken arkadaşları, yetişkinolduğunda iş yerindeki çevresi tarafından dışlanmak birey üzerinde olumsuz etkiler yaratır. Farklı tepkiler vererek üstesinden gelmeye çalışsa da sosyal kabul ve onaylanma olmadıkça mutlu olması imkânsızdır.
Her birey uyum sağlamak ve diğerleri tarafından beğenilmek ister. Bu durum bebeklik ve çocukluk dönemlerinde daha büyük bir öneme sahiptir. Kıyaslanan, beğenilmeyen çocuk, istenilmediğini düşünür ve tüm yaşamını etkileyecek sorunların temeli bu dönemde atılmış olur.
Bizler anne karnında kalbimizin ilk attığı andan itibaren çevremizde olan bitenden etkilenen canlılarız. O güvenli yuvamızda gelişirken dış seslerin ne anlama geldiğini bilmeyiz belki ama ters giden şeylerin farkında oluruz. Her duyguyu, her sesi ve her sözü bilinçaltımıza kaydederiz ve ana dilimizi öğrendiğimiz zaman hafızamızda yer alan sözcüklerin anlamlarını fark ederiz.
Doğum kontrol yöntemlerinin önemsenmediği toplumuzda istenmeyen gebeliklerin sayısı oldukça fazladır. Henüz anne baba olmaya hazır olmayan çiftler böyle bir sürprizle (!) karşılaştıklarında bebek bir-iki aylık olmuştur bile. Şaşkınlık, birbirlerini suçlama, çocuk sahibi olmayı istemediklerine dair her ifade ve duygu bebek tarafından hissedilir.
Annesinin üzüldüğünü hisseden bebek buna kendisinin neden olduğuna inanır. Gebelik sonlandırılmaz ve doğuma kadar anne mutsuz olursa bebeğin bilinçaltı bu kayıtları pekiştirerek saklar. Bebek şöyle düşünür: “İstenmeyen biriyim ve annem benim yüzümden mutsuz.”
Bebek dünyaya geldikten sonra anne babanın tutumu değişirse mevcut kayıtlar önemini yitirebilir. Sevgi ve ilgileriyle onu istediklerini hissettirirlerse bir tür panzehir etkisi yaratırlar ve gebelik süresince verdikleri zehri temizleyebilirler.
Tam tersi bir tutum, yani doğumdan sonra da istenmemek ruhsal ve fizyolojik rahatsızlıkların kaynağını oluşturur. Bebeğin düşüncelerine tercüman olmak gerekirse: “İstenmiyorum. Annem, babam benim yüzümden mutsuz. Yaşamaya hakkım yok. O halde ölmeliyim.”
Bilinçaltı bu kaydı oluşturduktan sonra birey farkında olmadan yavaş yavaş kendisini öldürmenin bir yolunu bulmaya çalışır. Bilinçli akıl yaşamak istese de baskın olan ve yönlendiren bilinçaltı olduğu için sonuç kaçınılmazdır.
Hipnoterapide kanser hastalarıyla regresyon (geçmişe dönüş) metodu kullanılarak yapılan terapiler hastalığın kökeninin bebeklik, hatta anne karnındaki dönem olduğunu ortaya çıkarmıştır. O dönemdeki kayıtlar düzeltildiğinde hastalığın mucizevi bir biçimde yok olduğu seanslar literatüre girmiştir.
Bebek nasıl olsa anlamıyor diye yanında edilen kavgaların, yapılan tartışmaların onu ne kadar etkilediğini; migrene, depresyona hatta kansere yol açtığını bilsek bu tutumumuzu sürdürür müydük? Kendi çocuğumuzun ölümüne neden olmak ister miydik? Elbette istemezdik.
İstenmeyen bir çocuk olduğunuzu biliyorsanız bir hipnoterapist yardımıyla geçmişe dönüp bebek halinizle konuşmanız ve anne babanızın tutumlarının sizinle değil yaşam kavgasıyla ilgili olduğunu anlatmanız mucizevi sonuçlar yaratabilir. Kendi çocuğunuza karşı böyle bir tutum geliştirdiyseniz ve henüz bir yetişkin değilse terapistin rolünü siz üstlenebilir, onu değil; dünyaya bir çocuk getirme sorumluluğunu istemediğinizi, ama doğduktan sonra onu çok sevdiğinizi, değer verdiğinizi ve tam istediğiniz gibi bir çocuk olduğunu sevginizle, ilginizle gösterebilir ve kansere giden yolu kesebilirsiniz.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.