Kurtuluş Balekoğlu'nun kaleminden "Tarihi Diziler ve Filmler"
Kurtuluş Balekoğlu, tarihi dizi ve filmlerin, tarih bilinci bir toplumun tecrübesi ve acıların çıkarttığı ders olduğunu, sevinçte de bir arada olarak birlik olma zamanında da el ele tutuşmanın sebebi olduğunu kaleme aldı.
Tarih bilinci toplum olmayı gerektirir ve o toplumdaki insanların yaşamları boyunca, tüm durumlarını ve hareketlerini biçimlendirir, etkiler. Bir kişinin tarihi olmaz. Bir toplumun tarihi olur.
Tarih bilinci topluma kök verir. Kök onu güçlendirir. Aidiyet ve kuvvet hissettirir. Kökü olan bir insan yetim değildir. Kimsesiz değildir. Köklerine bağlı olan bir insan sağlamdır.
Tarih bilinci bir insanı köklerinden alır ve dallarına ulaştırır. Kökleriyle bağları kopmuş bir insanın dalları yeşermez. Kurur. Kökün yoksa dalın da olmaz, yaprağın da...
Peki böylesine zengin tarihi olan bir millet olarak bizlerin köklerimizle olan bağımız ne alemde acaba? Yaşantımıza, sanatımıza bu mirası ne ölçüde aktarabiliyoruz? Bu tarih malzemesi Amerika’nın elinde olsa neler yapardı sizce?
New York’tayken gördüğüm tur programlarına çok şaşırmıştım. “Sex and the City turu”, “How I Met Your Mother” turu... Tarihleri yaptıkları film ve dizilerden ibaret... Gezdirecekleri bir “Topkapı Saray” ları yok mesela... Zengin bir kültür ve medeniyet mirasına sahip olan bizlerse onların yarattığı sahte dizi ve film kahramanlarına benzemeye çalışarak bir yere varmaya çalışıyoruz.
Mesela hala bir Piri Reis, bir Mimar Sinan, bir El Cabir filmimiz neden yok? Niye Müslümanlar sinemada başarılı olamıyor? Kültürümüz ve geleneğimizle barışık olmadığımızdan olabilir mi? Yada tasavvufu tanımıyor olmamızdan kaynaklanıyor olabilir mi? Kavramsal olarak İslâm’ın ne olduğundan haberimiz var mı? Mimar Sinan’la, Hz. Mevlana ile ve onların yetiştikleri sistemle gurur duymak yerine haklarındaki uydurma hikayelere inanmayı neden tercih ediyoruz?
Batılı yönetmenler, senaristler; muhakkak bir yerlerden bir şeylerin talimini görüyor, o gördüğü şeylerin doğrultusunda film yapmak üzere kolları sıvıyorlar. Çektikleri tarihi ve dini filmlerin arkasında teologlardan, rahiplerden oluşan danışman orduları bulunuyor.
Müslüman olarak bizlerin o manada düşünsel çerçevelerimiz nerede? “Müslümanım” sözünden öteye bir İslam kültürüne sahip olduğumuz söylenebilir mi? Tasavvuf ve felsefe gibi İslam dininin özel konularıyla ilgili bir bilgiye sahip miyiz?
Evet son yıllarda tarihî film ve tarihî diziler daha sık çekildi, çekiliyor, birçok tarihî şahsiyet film ve dizilerin konusu oluyor. Muhteşem Yüzyıl, Fetih 1453, Fatih, Diriliş: Ertuğrul, Payitaht: Abdülhamid, Uyanış: Büyük Selçuklu...
Tarihi dizi ve filmlere olan ilgi kurmaca ile birlikte geçmişte yaşanmış gerçeği görselleştirmesi sebebiyle her zaman yüksek olmuştur.
Çok fazla tartışmaya da konu olan Muhteşem Yüzyıl dizisi tarihe olan ilgiyi artırmış, yayınlandığı dönemde Osmanlı Tarihi ile ilgili kitapların satışında büyük bir artış olmuştu. Topkapı Sarayı’na ziyaretler çoğalmıştı. Tabi bunun yanında dizinin sadece hareme odaklanarak eksik ve yanlış bir Osmanlı imajı çizdiği ve reyting kaygısının ön plana çıkarıldığı eleştirileri de hatırı sayılır derecede fazlaydı.
Yazarlar, tarih uzmanları tarihi dizilerde ele alınan konuların, mesajların tarihsel gerçeklere uymadığı, tarihi saptırdığı ve izleyenlerin tarih algılarını olumsuz etkilediği konusunu da fazlaca dile getiriyorlar.
Her dizide olduğu gibi izleyicinin dikkatini çekmek için ve reyting uğruna aşk, ihtiras, entrika, savaş motifleri tarihi dizilerde de ön plana çıkıyor. Ve çoğunlukla siyasi içerikler gözümüze çarpılıyor.
Sadece kılıçlardan damlayan kanlar, zehirlenenler, türlü alavere dalaverelerden mi ibaret yani bizim tarihimiz?
Bir dönemin filmini, dizisini yapmak, o dönem insanlarının neler yaşadığını anlatmak değil mi aslında? Yaşam biçimlerini, günlük hayatı görsek daha iyi olmaz mı? Örneğin bir padişahın bile yargılanabildiği adalet sistemini, Bacıyan-ı Rum teşkilatı ile kadınların sosyal ve ekonomik hayatta gösterdikleri varlıklarını, Ahi Evran teşkilatı ile esnaf ve zanaatkarların dayanışma ve kardeşliğini, kurulan sayısız vakıflarla zengin ve fakir arasındaki gelir farkının en aza nasıl indirildiğini görsek daha etkileyici olmaz mı?
“Osmanlı” dediğimiz zaman bu sadece bir ülke adı değil, bir medeniyettir. Batı kaynaklarına da baksanız “Ottoman Civilization” diye bir ifade göreceksiniz, Yani “Osmanlı Medeniyeti”... Sanatıyla, edebiyatıyla, felsefesiyle, şiiriyle, musikisiyle koskoca bir medeniyet... Peki bu medeniyetten geriye elimizde ne kalmış?
Tüm dünyada İslam, salt politikaya indirgenmiş... İslam söylemi varlık felsefesini yitirmiş... Sadece ceza hukukuyla sınırlanmış... Oysa İslam geleneğinin bir dünya görüşü, bir felsefesi, bir sanatı vardı.
Bütün pratikler teoriden doğarlar. Teorisini, nazariyesini, doktrinini, düşünce şablonlarını kaybetmiş bir toplumun eylemleri, eserleri de doğal olarak eksik ve yanlış olacaktır. Evet bir şeyler yapılıyor ama sonuçlar genellikle tatmin edici olmuyor. İlim irfan ve hikmet perspektifini geri kazanmadan da olacak bir iş değil.
Neyse fazla karamsar bir tablo çizmiş olmayalım. Her şeyin başı bir niyet neticede. Haydi hep birlikte bir niyet edelim buradan. En azından bir yola çıkmış olalım...
“Niyet ettik, niyet eyledik tarihimizi anlamaya, köklerimize bağlanmaya ve bu zengin tarih ve kültür mirasımızın ışığını sanatımıza yansıtmaya...”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.