Sarı Sığırın Öyküsü...
Amik’li Mecit Efendi…
Mecit Efendi, düvelerinden birini komşu köylerden bir adama şifahen satar. Pazarlık biter, adam gün belirtmeksizin: üç vakte kadar gelir; paranı öder, sığırını alır, giderim, der…
Aradan günler hatta aylar geçer, düve artık resmen sığır olmuştur… Düveyi alacağına dair söz veren adam, sıkıntıya düşer ve sözünü bir türlü tutamaz; fakat aklı dostuna vermiş olduğu sözde ve onun ezikliğinde kalır. Bundan mütevellit kurban bayramı öncesi bir arkadaşını Mecit Efendinin sığırlara bakmaya gönderir ve adama pazarlık konusu sığırı tarif eder ve hala o sığır duruyor mu bak bakalım, der!
Adam söylendiği gibi gidip sığırları tek tek inceler ve pazarlığa konu olan sığıra talip olur: fakat Mecit Efendi ona der ki; birkaç zaman evvel sizin köyden Hacı Ahmet Efendiye bu sığırı söz verdim. Bizim sözümüz malımızdan ve paramızdan değerlidir, onun için ben ille de bu düveyi almak istiyorum diyorsan, o vakit kendisine git, selamlarımı ilet onun pazarlık etmiş olduğu sığıra, talip olduğunu söyle kendisi de rıza gösterirse şayet, onunla anlaştığımız paraya sığır senindir, der!
Adam şaşırır; çünkü Anadolu da bir hayvanı satın aldıysanız eğer pazarlıktan hayvanı teslim alacağınız süreye kadar geçen zaman için satıcıya bakım parası ve ya yem parası adı altında usulen küçük de olsa bir miktar ücret ödersiniz; çünkü mal artık sizindir ve o kişide sadece onu teslim zamanına kadar muhafaza eder ve bu masrafı de siz çekersiniz… Kurban bayramından evvel kurbanlık alanlarda muhtemelen bu durumla karşılaşmıştır, satıcı talep etmese bile alıcı ticaret ahlakı gereği nezaketen bir miktar fazla ücret verir…
Neyse uzun lafın kısası; adam durumu Hacı Ahmet Efendiye bildirir, Ahmet Efendi bu sözler üzerine daha çok utanır sıkılır ve sıkıntı üstüne sıkıntı çekerek biraz daha para bulur: Mecit Efendiye gider, Mecit Efendiye neden gelemediğini anlatır… Mecit Efendi de der ki; madem sözün paranın önüne geçtiyse; o zaman sığırı al git, sizin köyden falanca adam talip olmuştu, bu sığırı ona sat paramı getir, sende daha fazla sıkıntıya girme, der…
Ahmet Efendi, sığırı alıp gider ve neredeyse pazarlık bedeli olan paranın bir buçuk katı gibi bir bedelle satar; çünkü aradan uzun bir zaman geçmiştir, hayvan büyümüş gelişmiştir ve haliyle değeri de artmıştır… Sattığı parayı aynen Mecit Efendiye getirir. Mecit Efendi paranın fazlalığı karşısında şaşırır; eğer fazlası bakım parasıysa bunun için bu para zaten fazla; ama yok hayvanın değeri arttı ben sözümde duramadım diyorsan, bu da ikinci bir pazarlık olur onu da ben kabul edemem, “ikinci bir pazarlıkta hem etik değil hem de haramdır… “
Ahmet Efendi; (- Biz öyle konuştuk; ama ben şimdi sığırı bu paraya sattım, “taş mı attım da kolum yoruldu!” senin sığırını, senin yerine satmış oldum, bu para senindir,) olmaz dese de:
- Mecit Efendi; verilen sözü gayri-ihtiyari sebeplerden dolayı yerine getirememiştin, aramızda verilmiş bir söz vardı ve komşuluk haklarımız… sen sığırına bakamadığın için senin yerine ben bakmış oldum, ne var canım bunda! şimdi alacak verecek kalmadı aramızda, der… Ve ilk konuşulan paranın fazlasını iade eder…
Ahmet Efendi sözünü tatbik ederek, bu olaydan neredeyse bir sığır parası kazanmış olur ve Ahmet Efendi bu işten üç ders çıkarır, bu hikâye ile Amikli Mecit Efendi yıllar yılı, Tımar bölgesi köylerinde konuşulur, durur…
- Komşu hakkı mali çıkarlardan evvelce gelir,
- Sözümüz malımızdan ve paramızdan değerli olmalıdır,
- İnsan elinde olmayan nedenlerden dolayı düştüğü hatadan döndüyse: bundan artık utanmamalı ve aksine; ders çıkarmalıdır…
Bir musibet bin nasihatten iyidir… der… Atalarımız.
Deniz Batu’nun Çerkes Mustafa adlı romanından alıntı yapılmıştır.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.