ABD 1968 yazının tekrarını mı yaşıyor? 68 senesinde de insanların öfkesi sokağa taşmıştı. Bu insanların çoğu Afrikalı Amerikalıydı. Şehirler yandı, genç insanlar gaza boğuldu, üzerlerine saldırıldı ve insanlar polisler tarafından zalimce dövüldü.
Toplumsal çalkantının akabinde o zaman yaşananlar, şu an Amerikalılar için endişe kaynağı. Cumhuriyetçi aday Richard Nixon ‘sessiz çoğunluğa,’ ‘bağırmayanlara,’ ‘eylem yapmayanlara’ kanunu ve düzeni güç kullanarak tesis edeceğini söyledi. Perişan haldeki Afrikalı Amerikalı mahalleler federal kaynaklardan yoksun bırakıldı ve toplumun geri kalanından daha da soyutlandı. Beyaz banliyö sakinleri silahlandı. Polis, adeta ordunun bir birimiymiş gibi silahlandırıldı.
'ULUSUMUZ HASTA'
1968’deki çalkantılar bugün şahit olduğumuz eylemler gibi Amerika’da siyahların ezilmesi karşısında duyulan öfkeyle şekillendi. Martin Luther King ‘ulusumuz hasta’ dedi ve bir gün sonra beyaz ırkçı bir suçlu tarafından vuruldu. Ardından gelen eylemler yalnızca King cinayetine duyulan öfkeyle ilgili değil, ülkenin uzun ırkçı tarihi dolayısıyla ekonomik fırsatlara ve eğitime erişememenin verdiği öfkeyle ilgiliydi.
Beyaz Saray’da Afrikalı Amerikalı bir başkan iki dönem görev yaptı fakat buna rağmen ırkçılık anlamında çok az iyileşme yaşandı. Hatta durum bazı açılardan daha da kötüleşti. 46 yaşındaki George Floyd, boynuna dokuz dakika boyunca dizini bastıran polis tarafından Minneapolis’te öldürüldüğünde bir kez daha King’in ölümünü hatırladık.
Dahası, Afrikalı-Amerikalılar Covid-19’un yıkıcı etkilerini en ağır hisseden kesimlerden oldular çünkü birçoğunun maddi birikimi yok. ‘Zaruri işçi’ olarak riskli sektörlerde çalışıyorlar ve sağlık hizmetlerine erişimleri çoğu zaman yetersiz. Küresel ekonomik buhran vurduğunda birçoğunu koruyacak hiçbir güvenlik ağı olmayacak.
Fakat şu an yaşadıklarımızla 1968 yazı arasında bazı önemli farklılıklar var. O zaman tabii müzik daha iyiydi ve karşı cinsle ilişkiler açısından da daha fazla fırsat vardı. Bu önemli bir detay çünkü aylardır evine hapsolan gençler kendilerini daha da öfkeli hissediyorlar ve şimdi sokağa çıkıp dışavurum şansı yakalamış olmaktan memnunlar.
ÖFKELENDİREN HAMLE
1968 eylemleri yalnızca ırkçılıkla ilgili değildi. Vietnam Savaşı'na karşıtlık da önemli bir sebepti ve iki konu birbiriyle ilintiliydi. Bu vahşi ve acımasız savaşı alevlendiren Başkan Lyndon B. Johnson bir demokrattı. Afrikalı Amerikalıların yaşamlarına bazı iyileşmeler getiren medeni haklar yasalarının altında da imzası vardı. Bu yasaları yürürlüğe koyarak Güneyli seçmeni öfkelendirmişti. Bu kesimler de Cumhuriyetçi Parti’ye destek vererek daha sağ görüşlere yöneldiler.
Nixon’un karşı durduğu ‘bağıranlar’ ve ‘eylemciler’ yalnızca siyahlardan ibaret değildi. Bunların arasında ahlakdışı buldukları savaşa katılmaya zorlanan genç beyazlar da vardı. Savaşı bitirme sözü veren aday Robert F. Kennedy Afrikalı Amerikalıları mahallelerinde ziyaret ediyor, endişelerini yatıştırmaya çalışıyordu. King’den iki ay sonra o da suikaste kurban gitti.
Nixon seçimleri kasım ayında kazandı. Tek sebebi ‘sessiz çoğunluğun’ korkularını yatıştırması ve düzen vaat etmesi değildi. Geleneksel bir demokrat olan Hubert Humphrey’in Vietnam Savaşı’na karşı çıkmamasının da etkisi olmuştu. Bu seneki seçimin demokrat adayı olacağı anlaşılan Joe Biden, tüm kusurlarına rağmen ikinci bir Humphrey vakası olmayacak. Eylemcilerden yana olduğunu açıkça dile getiriyor ve silahsız siyahlara yönelik polis şiddetini kınıyor. Kolluk kuvvetlerini reformdan geçirmeyi vaat ediyor.
KURUMSAL IRKÇILIK
Zor zamanlarda muhalifler avantaj sahibidir. Nasıl Johnson kötü şöhretleri savaşının bedelini ödemek zorunda kaldıysa, şu an Beyaz Saray’da oturan kişi de Amerika’nın sıkıntılarını sahiplenmek zorunda. Covid-19 salgınının suçlusu Donald Trump değil, fakat sürecin kötü yönetiminden bizzat sorumlu.
Benzer şekilde, Amerika’nın sokaklarını bir kez daha ateşe veren kurumsal ırkçılık da Trump ile başlamadı. Fakat Trump yangına körükle gitti. Koyu tenli göçmenleri suçlular gibi tarif etti, silahlı beyaz üstünlükçüleri övdü, siyah eylemcileri ‘haydut’ olarak yaftaladı. Milisleri, polisleri, muhafızları “Nazik olmayın” diyerek şiddete teşvik etti.
ABD’deki aşırı sağcıların bazıları ‘ırk savaşı’ yaşanması ihtimalinden şevkle söz ediyor. Trump ise bu şiddet yanlısı hevesleri dizginlemek için hiçbir şey yapmıyor. Tam tersi, adeta bundan haz alıyor. Trump “Yağma başladığında, silahlar ateşlenir” yazdığında, 1967 senesinde Florida’da pompalı tüfeklerin eylemcileri hedef almasını emreden polis amirinin sözlerini tekrar ediyordu.
SEÇMEN TABANI
Buna “tabanı hareketlendirmek” diyorlar. Trump’ın seçmen tabanının hareketleneceğine şüphe yok. Kasım ayındaki seçimlere dair en büyük soru, 2016 seçimlerinde ona oy vermelerine rağmen o kadar da ‘fanatik’ olmayan seçmenlerin ne yapacağı. Banliyölerde yaşayan beyaz kadınlar, orta batıda yaşayan mavi yakalılar, yaşlı güneyliler (ki Covid-19’a karşı en riskli kesimler bunlar) şu an ne düşünüyor?
Başkanın kaba ve provokatif sözlerinin birçok Amerikalıyı dehşete düşürdüğüne şüphe yok. Fakat şiddet ve toplumsal huzursuzluk karşısında duydukları korku mu ağır basacak? Asırlık önyargıları ve verilen güvenlik vaatleri, onları bu görgüsüz beyaz kabadayıya oy vermeye mi itecek?
Ülkede yazın nasıl geçeceği belirleyici olacak. İnsanların kasım ayında yapacağı tercihte mantık galip gelirse, bu korkunç yönetimi dört sene daha sürdürecek şekilde oy vereceklerini hayal etmek güç. Fakat korku, mantığın ezeli düşmanıdır.