Oyunculuktan senaristliğe, senaristlikten stand up gösterilerine uzanan ''Tek kişilik Okan Metin esprisi'' ile başbaşa bir röportaj...
''Tek kişilik Okan Metin esprisi'' stand up gösterilerinizden başlayalım. Ne zaman tek kişilik showlarınıza başladınız?
Ben aslında oyuncuyum, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde tiyatro üzerine yüksek lisans yaptım. Bir çok yerde mizah yazarlığı da yaptım. Tek kişilik gösterilere başlamam ise tamamen tesadüf oldu. Bir arkadaşım ''Stand Up comedy programı için tekst yazar mısın, bütçesi de şu kadar'' dedi. Tamam, yazarım dedim… Yani, aslında yazar olarak girdim ben bu işe ama sonra ''peki sen çıkıp stand up yapar mısın'' diye sordu, eh ben de oyuncuyum zaten, olur dedim. İşin ilginç yanı, yazmam için bana para vereceklerdi lakin yazdığımı kendim anlatınca para vermediler. Kıssadan hisse, para benim için o kadar da önemli değil!
Bloomberg Tv'de daha önce gösterilerinizi görebiliyorduk, sizi tekrar ekranlarda görebilecek miyiz?
Stand Up gösterisi yapmayı pek düşünmüyorum. Çünkü çok acımasız bir eleştiri mekanizması var bizim ülkemizde… Kim stand-up yapmaya kalksa hemen Cem Yılmaz ile kıyaslanmaya başlıyor… Halbuki, Cem Yılmaz bambaşka bir yerde, onunla kıyaslayabileceğiniz dünyada kimse yok. Şaka değil, gerçekten yok. Stan Up gösterisi için hazırlanırken, dünyadan bir çok gösteri izledim, Cem Yılmaz bu dünyadan değil… Bir insan evladını da onunla kıyaslamak, acımasızlık. Öyle ki geçenlerde televizyona 12 yaşında bir kız çıktı, stand up yaptı… Twitter’da yazmışlar hemen “ Bir cem yılmaz değil!” Farklı renkleri, farklı tatları kaçırmaya başladık, bir tane olsun bizim olsun, başkası da olmasın diye düşünüyoruz artık…
Oyunculuk hayatınız ne zaman başladı?
1999 yılında üniversitede okurken, bir yandan da radyo programı yapıyordum, sinema üzerine. Rahmetli Savaş Dinçel programıma konuk olmuştu. Sohbet arasında, 'sen başka ne yapıyorsun?' diye sordu… Dedim, Marmara Üniversitesinde okuyorum, bırakıp Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin sınavlarına gireceğim. ''Bırakma okulu, bitir okulunu, MSM’de yüksek lisans var, oraya gelirsin'' dedi. Ben de bırakmadım, Marmara Üniversitesi Tiyatrom Kulübü'nü kurdum ve Hikmet Karagöz ilk ustam oldu. ''Keşanlı Ali Destanı'' oynadık. Son senemde bir gün okulun önünde Müjdat Gezen’i gördüm, yanına gittim, burada yüksek lisans varmış, doğru mu diye sordum;''Evet, hayatım doğru… Ekim ayında gel, başvur'' dedi. Sonra MSM’de Geleneksel Türk Tiyatrosu üzerine yüksek lisans yaptım. Hem MSM’de hem Kadir Has Üniversitesi Konservatuarında sahne dersleri verdim, Müjdat Gezen Tiyatrosu'nda oynadım, oyun yazdım, yönettim… Şimdi ise biraz tiyatroya ara verdim…
Ustura Kemal dizisindeki Albay Alberto karakteri'nde kendinizden bulduğunuz özellikler var mı?
Albay Alberto, bir emir kulu… Ben ise emir almayı pek sevmem, özgürlüğüme düşkünümdür. Bu bakımdan çok ayrışıyoruz ama şöyle bir benzerlik var aramızda; ikimiz de iyi kalpliyiz. Başkaları üzülmesin, olay çıkmasın diye durumu idare eden bir yanımız var. Bu yüzden, aradan kalıp, zor duruma düşen biz oluyoruz… Tam birbirimize ısınmaya başlamıştık ki dizi bitti ama İtalyan aksanını seviyorum. Hatta hiç İtalyanca bilmediğim halde duşta hep İtalyanca şarkılar söylerdim. İtalyan aksanı ile Türkçe konuşmak da keyif veriyordu bu bakımdan bana. Ama sonrasında Muhteşem Yüzyıl dizisinde bir İtalyan rolü için teklif geldi, İtalyan karakterinin üzerime yapışmasını istemediğimden kabul etmedim. Sevmek başka, iş başka!
Stand up gösterilerinizle kendi seyirci kitlenizi oluşturdunuz ve ünlü bir isim olmadan bu çok da kolay değildir. Neden Tv kanalları bunu değerlendirmiyor olabilir?
Stand up gösteriler, Tv için değildir zaten, bir gösteri… Birebir temas istiyor seyirci ile… Bu yüzden olabilir. Onun dışında , tv kanalları bu işlerle pek alakalı değil. Onların dünyasında daha magazinsel kişiler var. Onlar gidip bir yerde birilerini izleyip keşfetmekten ziyade gazetelerin magazin sayfalarından insanları öne çıkartmakla meşguller…
Senaryolarınızı kısaca okudum ve çok da başarılı buldum. Bu konuyla ilgili bir yapımcıyla görüştünüz mü?
Görüştüm ama istisnalar hariç. Yapımcıların maalesef vizyonları çok geniş değil. 2007 yılında Hrant Dink'in
öldürüldüğü dönemdi ve bir yapımcı ile görüşüyordum. Gençlik dizisi yapalım, şu an onun boşluğu var dedim… Hatta Sunay Akın ile beraber onun hikayelerini de içinde barındıran ''Lüzumsuz Tarih'' asında bir senaryo yazdım ancak yapımcı Hrant Dink öldürüldüğü için TÜrk-Ermeni kardeşliğini anlatan bir dizi senaryosu yazmamı istedi. Sonrasında Hayat Bilgisi, Kavak Yelleri gibi diziler patladı…
İki sene sonra, başka yapımcı ile konuşurken dedim ki; yeni bir hikaye, bir dramaturji kurmaktansa mükemmel romanlarımız var, onları dizi haline getirelim, ''yok'' dedi, ''Ağa dizisi tuttu bu aralar, biz de ağa dizisi yapacağız.'' Sonra Yaprak Dökümü esti televizyonlarda…
En son üç sene önce abzürd komedi bir senaryo yazdım, yapımcıya götürdüm, bu çok güzel ama anlaşılmaz diye kabul etmediler. Şimdi 'Leyla ile Mecnun'', ''İşler Güçler'' kendi kitlesini oluşturdu…
O yüzden pek sıcak bakmıyorum artık senaristliğe. Yani yapımcı adı üzerinde, işe para yatıracak kişidir. Yani, parasını vereceksin, bilen adamları çalıştıracaksın, para kazanacaksın… Ama bizdeki bir çok yapımcıda, para bendeyse ben bilirim mantığı var.
Senaryolarınızı başka bir komedyenle ortak bir projede değerlendirme fikri sizce nasıl?
Ben her zaman için paylaşmaya, fikirleri geliştirmeye açığım; İki uyanık zekadan komedi çıkar çünkü. Fikir fikir doğurur. Egolarından arınmış bir adamım, egolarından arınmış her komedyenle beraber çalışabilirim…
''Ben bunu çok iyi yaparım!'' dediğiniz proje nedir?
Ben hiçbir şeyi çok iyi yapamam. Ben sadece yaparım, çok iyi olup olmadığına insanlar karar verirler… Ama hemen verilen kararlara de pek inanmam, çünkü hep şuna inanırım; Yapılan işlerin iyiliğine asıl zaman karar verir...
Röportaj: Sema SEZEN