Bugün 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen Kocaeli depreminin yirmi birinci yıldönümü. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İstanbul İl Koordinasyon Kurulu (İKK), depremin yıldönümünde ‘İstanbul’u bekleyen tehlikeler’ başlığıyla basın açıklaması yayımladı.
Olası bir İstanbul depreminde kentin tahmin edilenden öte yıkıcı bir etki altına gireceğini bildiren TMMOB İKK, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“İstanbul ve çevresinin deprem riski giderek artmakta. Depreme ve sonuçlarına karşı tedbirlerle ilgili mevzuat tamamlanmalı, denetim, gözetim ve uygulama sisteminin taşıdığı sorumluluğu yerine getirmesi sağlanmalı. ‘Doğanın er ya da geç intikam alacağını’ söyleyerek kendi sorumluluklarını gölgelemeye çalışanları, hamaseti kamuoyunu yanıltmak için silah olarak kullananları, kentsel alanları sermaye gruplarına peşkeş çekenleri, su havzalarını, yeşili yok edenleri, ‘İstanbul’un kalbine hançer gibi gökdelen dikenleri’, kenti insanın değil, sermayenin ihtiyacına göre düzenleyenleri, bilimi ve meslek disiplinlerini önemsizleştirerek kaderciliği yönetim biçimi haline getirenleri tarih, İstanbul dramını yazanlar ve sahneleyenler olarak anacaktır.”
“14,5 milyon insanın yaşadığı, 9 ili etkileyen deprem sonucu, 18 bin 373 kişi hayatını kaybetti, 48 bin 901 kişi ise yaralandı. 96 bin 796 konut ve 15 bin 939 işyeri etkilendi. İstanbul’a yaklaşık 120 km uzaklıktaki bu depremde; Avcılar'da bin 823 konut ve 326 işyeri kullanılamaz hale gelmiş, İstanbul genelinde yaklaşık 4 bin bina ağır hasar gördü.”
TMMOB İKK, deprem için önemli olan başlıkları şöyle sıraladı:
DEPREM TOPLANMA ALANLARI
Deprem toplanma alanları daha özel olarak; üzerinde geçici kentlerin kurulabileceği, elektrik, su, ısınma, duş, tuvalet gibi temel ihtiyaçların karşılanabileceği altyapıya sahip büyük ve geniş alanlar olarak tarif edilmekte. Dolayısıyla deprem toplanma alanı olarak gösterilen okul bahçelerinin, parkların, boş arazilerin toplanma alanı olarak belirlenmesinin, depremde yaşanması muhtemel kaotik ortamda, alana ulaşma problemlerinin yanı sıra, deprem sonrası olası yıkımlar sonucu kullanılamaz duruma gelebileceği de öngörülürse, bu alanların çoğunun gerçekçiliği bulunmamakta. Ayrıca 1999 depreminden sonra belirlenen bazı deprem toplanma alanları üzerine bugün AVM, rezidans inşa edildiği de tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir. Maltepe ve Yenikapı başta olmak üzere, kuvvetli yer hareketi ve tsunami etkisine karşı davranışının büyük belirsizlikler içerdiği dolgu alanlarının, bu toplanma alanlarına alternatif olarak sunulmuş olması ve daha da önemlisi afet sonrası acil durum eylem planlarında önemli rol oynadıkları düşünülmesi felakete davetiye çıkarmaktır.
ACİL DURUM YOLLARI
Depremleri afete dönüştüren en önemli etkenlerden biri de şehir içi ulaşımın yetersizliği. Dünya ölçeğinde trafiği en problemli kentlerden biri olan İstanbul için de deprem sonrası müdahale olanaklarının önündeki en ciddi engel ulaşım olarak öngörülmekte. Kentlilerin yaşadığı ulaşım sorununun, deprem sonrasında nasıl bir afete dönüştüğünün en dramatik örnekleri 17 Ağustos 1999 depremini takip eden iki günde yaşanmıştır. Acil ulaşım yol ağı, acil tıbbi hizmetlerin ulaşımına, kurtarma faaliyetlerine ve yardım malzemelerinin belirlenen alanlara ulaştırılmasına hizmet edeceğinden öncelikli bir yol ağıdır. Acil ulaşım yolları ve anayollarda tıkanmaların önlenmesi ve trafiğin sürekli akmasının sağlanması için, bu yollar üzerinde hiçbir surette parklanmaya izin verilmemesi gerekli.
Ancak, 1999 yılında gerçekleşen Marmara Depremi sonrası başlatılan ve üç yıl süren bir çalışmayla belirlenen “Acil Ulaşım Yollarının” varlığı ise ne yazık ki tartışmalı. Bazı yollar kapatılmış, bazı yollar otopark haline getirilmiştir. İstanbul’un trafik sorunu, deprem sonrası müdahale olanaklarının önündeki ciddi engellerdendir. Bugün yaşanan ulaşım sorunu, deprem sonrasında yaşamı doğrudan etkileyen içeriğe bürünecektir. Mevcut durumda bile, küçük bir trafik sorununun neredeyse bütün kent trafiğini zincirleme etkilediği düşünülürse, deprem sonrası nasıl bir vahametle karşı karşıya kalacağımız daha net anlaşılacaktır. Olası bir afet durumunda, çöken binalara bağlı olarak yol kapanmaları, binalara gelecek olası zarar hesaplarına dayandırılarak önlem alınmalı, toplanma alanları ile acil durum ulaşım ağı birbirine entegre edilerek, bütünlüklü bir yaklaşımla planlama yapılmalıdır. Aynı şekilde, tüm alt ve üst geçitlerin, köprülerin ve köprülü kavşaklar gibi ulaşım yapılarının deprem tepkiselliği araştırılmalı.
İMAR AFFI
1999 Kocaeli Depremi ile büyük ölçüde imar aflarının yarattığı, sağlam olmayan yapı stokunun yıkılmasının ağır bedeli topluma ödetilmiştir. Sütlüce, Sultanbeyli, Ümraniye, Kartal yıkımları topluma daha da ağır bedel ödetileceğin göstermiştir.
İmar affı ile İstanbul’da, depreme karşı dayanıksız, hiçbir mühendislik hizmet almadan inşa edilen riskli yapılar devlet eliyle meşrulaştırılmıştır. 06 Şubat 2019 tarihinde Kartal’da çöken, 21 kişinin hayatını kaybettiği binanın, imar affı kapsamında yapı kayıt belgesi almak için başvurduğunu göz önüne alırsak, denetimsizliğin ve bekleyen tehlikenin büyüklüğünü görebiliriz.
Deprem tehlikesi altında olan İstanbul’da, toplumun sağlığını ve can güvenliğini tehlikeye atan kentsel gelişmelere yol açacak, doğa olaylarının afete dönüşerek pek çok insanın hayatını kaybetmesine neden olacak popülist uygulamalar yeniden gözden geçirilmelidir. Binanın fen ve sanat kurallarına uygun yapılıp yapılmadığı, deprem güvenlikli olup olmadığı mal sahibinin beyanına değil mühendislik ve mimarlık süreçlerine bırakılmalı.
DEPREMDE HABERLEŞMENİN SAĞLANMASI
Genel olarak afetlere özel olarak da depremlere ilk müdahale anında ve sonrası süreçte sürekli ve yeterli elektrik sağlanması ve haberleşme olanaklarının sürdürülmesi; gerek arama-kurtarma gerek sağlık gerekse farklı disiplinlerin alandaki çalışmalarının organize edilmesi açısından yaşamsal bir öneme sahiptir.
26 Eylül 2019 tarihinde 13.59’da meydana gelen depremin ardından, İstanbul’da cep telefon hatları ulaşılamaz hale gelmiş, kimi operatörler 18.00’a kadar hizmet verememiştir. Bu kesintilerden ötürü insanların yakınlarından haber alamaması hem bir panik ortamı yaratmış hem de olası büyük bir depremde, iletişim konusunda akıllarda soru işareti bırakmıştır.
17 Ağustos 1999 depreminden sonran bölgedeki iletişim hatlarının büyük çoğunluğunu kapsayan telefon santralları, enerji ve transmisyon sistemleri ve binaları ağır hasar almış; sadece Kocaeli bölgesinde 12.000’den fazla hat doğrudan devre dışı kalmıştı. Yakınlarına ulaşmaya çalışanların ve yardım organizasyon ekiplerinin yol açtığı yoğun telefon trafiği, telekomünikasyon sisteminin neredeyse tamamını çökertmişti. 26 Eylül 2019 depremi, İstanbul’da benzer bir senaryonun herhangi bir yıkım olmadan da gerçekleşebileceğini göstermiştir.
Bu doğrultuda İstanbul’da afet anında iletişimde meydana gelen yoğunlukları önlemek için planlamalar yapılmalı ve elektromanyetik dalgaların frekans aralıkları genişletilmelidir. Afet durumunda yaşanan yoğunluklara karşı ek bant genişliği sağlayan çeşitli projeler geliştirilmelidir.
Benzer sistemler 11 Eylül saldırıları, Katrina Kasırgası ve 7 Temmuz 2005 Londra’daki bombalama olaylarında kesintisiz iletişim sağlamıştır. Diğer bir önemli konuda, kamu olanakları ile kesintisiz internet altyapısı sağlanmasıdır. Geçtiğimiz yıl da görüldüğü üzere GSM şebekesinin çökmesine rağmen internet üzerinden sesli haberleşme olanağı olmuştur.
Operatörler, normal kullanıma göre yatırımlarını yaparlar, aşırı kullanım durumlarda ise ek çözümler yaratırlar. Maç ve mitinglerde olduğu gibi mobil baz istasyonlarının kullanılması buna örnek olarak verilebilir. Bu nedenle deprem gibi felaketlerde de haberleşme olanaklarının önceden planlanması lazımdır. Bu planlama bir tarafında halkın haberleşmesinin sürdürülebilirliği diğer taraftan da kurtarma faaliyetlerinin kesintisiz bir şekilde sürdürülebilirliği açısında önemlidir. Bu nedenle bütün operatörler acil durum planlarını yapmalı, nereye, kaç mobil baz istasyonu koyacağını belirlemelidir.
ENDÜSTRİYEL KAZALAR VE KİMYASALLARDAN KAYNAKLI RİSKLERİN YÖNETİMİ
Depremin tetikleyeceği ikincil afetler dediğimiz yangın, patlama, kimyasal ve gaz sızıntıları gibi tehlikeler deprem kadar önemli bir konudur.
17 Ağustos 1999 depremi sonrası Kocaeli’nde, 200 ton susuz amonyak havaya salınımı, 1200 ton kriyojenik sıvı oksijenin serbest kalması, TÜPRAŞ petrol rafinerisinde çıkan yangınlar, sıvı petrol gazı sızıntısı ve petrol dökülmesi gibi sonuçlara yol açan birçok kimyasal kaza meydana gelmiştir.
İstanbul depreminde kimyasallardan kaynaklanabilecek olumsuz durumları en aza indirgeyecek acil önlemler alınmalıdır. Yerleşim alanlarının içinde kalmış kimyasal üretim, depolama vb. tesislerinin kent dışına taşınmasının gerçekleştirilmesi, büyük endüstriyel kazalara yönelik acil durum planları hazırlanmalı, kaza senaryoları modellemeleri yapılmalı, İstanbul’da kimyasal maddelerin envanteri çıkarılarak olası bir depremde bu kimyasalların ve bunlardan kaynaklanabilecek sorunların nasıl bertaraf edileceği mutlaka belirlenmelidir. Ayrıca I. ve II. Sınıf Gayri Sıhhi Müesseseler kapsamında yer alan Sanayi Tesisleri ve bunlarla iç içe geçmiş bulunan doğalgaz boru hatları, LPG boru hatları, yerleşim alanları içerisinde kurulan ve işletilen akaryakıt istasyonları, tüp gaz satış bayileri, taşımakta olduğu yangın ve endüstri kazaları olasılıkları ile kentleri patlamaya hazır birer bomba haline getirmekte ve yaşam güvenliğini ortadan kaldırmaktadır.
Endüstriyel tesislerin güvenlik ve birbirlerine yakınlık-uzaklık mesafeleri konusunda gerekli çalışmalar yapılarak standart ve gerekli koşullar imar mevzuatına yansıtılmalı; sorunlu alanlar “yapı yasaklı alan” ilan edilmelidir. Marmara Depremi sonrası yapılan incelemeler oluşan kayıpların bir kısmı taşıyıcı sistemlerin gördüğü zarara bağlı olarak tesisatlarda oluşan hasarlar nedeniyle meydana geldiği görülmüştür. Bu nedenle konut, sanayi, enerji, ulaşım vb. birçok alanla bağlantılı tesisat/mekanik tesisat sistemlerinin depremler ve diğer afetlerde taşıdığı önem itibarıyla bina ve doğal eki mekanik tesisatının tasarım, üretim ve bakımında üretenler ve denetleyenler konunun uzmanı mühendisler olmalı, bu husus bütün yasal düzenlemelerde ve Yapı Denetimi Yasası’nda yer almalıdır. Doğalgaz, elektrik, ısıtma kazanları, jeneratörler ve gaz tesisatları için erken uyarıcı ve gaz/akım kesici sistemler uygulanmalı, denetimleri meslek odalarınca yürütülmelidir.
İLK 72 SAAT
Afet sonrası kurtarma birimlerinin aynı anda herkese ulaşabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle afetlerde ilk 72 saat her birey kendi başınaymış gibi hazırlıklı olmalı, 3 günlük süreyi kapsayan bir Aile Afet Planı hazırlanmalıdır. İstanbul halkı afet anında ve sonrasında yapılacaklarla ilgili kamu spotları veya yerel yönetimler aracılığıyla bilgilendirilmelidir. Sarsıntı sonucu düşme tehlikesi olan eşyalar sabitlenmeli, deprem çantası mutlaka hazır bulundurulmalıdır. Deprem sırasında paniğe kapılmadan, çök-kapan-tutun hareketi yaparak sarsıntının geçmesini beklemelidir. Ayrıca tüm İstanbullular mahallesini ve komşularını mutlaka tanımalı, özellikle ilk 72 saat birbiriyle dayanışma içerisinde olmalıdır. Muhtarlıklar aracılığıyla engelli bireylerin ve yaşlıların adresleri belirlenerek deprem sonrası hızla tahliye işlemlerine yardımcı olunmalıdır.
KANAL İSTANBUL VE DEPREM
Deprem alarmı verilmiş olan kentlerde deprem riskini artıracak eylemlerden kaçınmak gerekir. Yapımı düşünülen Kanal İstanbul, yörede insan nüfusunu ve yapılaşmayı artıracak, dolayısıyla da olası bir depremde daha fazla can ve mal kaybının yaşanmasına neden olabilecektir. Özellikle kanalın görece zayıf zeminler içerisine gömülmüş olan kısımları ile Marmara’ya açılan ucunun beklenen depremden etkileneceği ortadadır. Diğer bir husus da gerek normal gerekse afet zamanında Kanal İstanbul’un İstanbul ile Trakya arasında özellikle ulaşım, tedarik ve ikmal açısından ciddi bir bariyer oluşturacağıdır.
İstanbul Avrupa yakasında karada gözlenen bazı jeolojik süreksizliklerin diri (aktif) olup olmadığı konusu literatürde tartışma konusu olmaktadır. Önceki yıllarda Avrupa Yakası kıyıları açıklarında yapılan deniz sismiği çalışmalarında Ana Marmara Fayı’na açılı konumlanan, Ana Marmara Fayı ile kinematik ilişkisi tartışılan ve diri oldukları savunulan diri faylarla ilgili yayınlar yapılmıştır. Bu çalışmalardan biri 2014 yılında İstanbul Üniversitesi Jeofizik, Jeoloji ve Deniz Bilimleri Bölümlerinden dört akademisyenin Marmara Denizi’nin kuzeyinde yaptıkları deniz sismiği araştırmalarıdır. Bu araştırmada, bir bölümü Küçükçekmece Gölü tabanında olmak üzere kuzey Marmara Denizi tabanında birçok diri fay bulunmuştur.
2016 yılında yayınlanan bir başka uluslararası bilimsel makalede İstanbul'un güneybatısı için 2002- 2010 yılları arasındaki uzun bir dönemde PS-InSAR gözlemleri değerlendirilmiştir. Jeolojik verilerinden elde edilen faylanma özelliklerine de dayanarak, Küçükçekmece Gölü kenarında KKBGGD doğrultulu ve sağ yönlü hareket eden bir başka diri fayın varlığı gösterilmiştir. Ölçülere göre fayın üzerindeki sağ yönlü fay hareketi 1 km’den daha sığ kilitlenme derinliğinde olup hareket değeri 5 mm/yıl olarak bulunmuştur.
Uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan bu iki makale Kanal İstanbul ÇED raporunda referans olarak gösterilmemiştir. Buna rağmen, Nihai ÇED raporunun Temmuz 2018 tarihinde revize “EK18, Jeoloji̇k ve Jeotekni̇k Etütler-Jeoloji̇k ve Jeotekni̇k Raporu, Revi̇ze Ön Proje Jeoloji̇kHi̇drojeoloji̇k ve Mühendislik Jeoloji̇si̇ Raporu (Ci̇lt–1/11)” başlıklı ekindeki sayfa 43/249’daki bir cümlede “Bu verilere ilave olarak, Küçükçekmece Gölü bölgesinde ikincil faylar yer almaktadir. Bu faylarin aktivitesi kesin olarak tespit edilebilmiş değildir. Faylarin aktif olma durumu olmasi durumunda dahi, araştirmalar sonucunda, bu faylarin 5.0 ‘in üzerinde bir büyüklükte depreme sebebiyet verebileceği ihtimali üzerinde durulmamaktadir. Bu sebeple bu bölgede yer alan faylar bu kesimde ciddi bir deprem potansiyeli oluşturmamaktadir. Bu kesimde yer alan faylarda oluşabilecek bir atimda küçük ölçekli deplasmanlar beklenebilir“ görüşü beyan edilmektedir. 26 Eylül 2019 tarihinde Silivri açıklarında 5,8 büyüklüğündeki depremi Ana Marmara Fayı’na açılı yerleşen bir tali fayın yarattığı düşünülürse, 5.0 ifadesinin hangi sismolojik ve deprem mühendisliği ölçütüne göre verildiği anlaşılamamıştır.
İstanbul Avrupa yakasında Marmara kıyılarına yakın arazilerde mühendislikte “sağlam zemin” dediğimiz taban kaya çok derindedir. Yer yer bu taban kaya 300 metre derinliğe kadar inmektedir. Bu taban kayanın üzerindeki daha gevşek zemin özellikleri deprem dalgalarının büyütmesinde önemli rol oynayan nedenlerden biridir. Marmara’da beklenen 7.0 ve daha büyük bir depremin Kanal İstanbul güzergâhına yakınlığı ve güzergâh boyunca ortaya çıkabilecek sıvılaşma, zemin büyütmesi, eğim ve şev stabilitesi sorunları düşünüldüğünde çok daha büyük boyutlarda kayıplarla karşılaşacağımız açıktır. Bölgenin zemin büyütmesi özellikleri bilinmesine ve tespitler daha önce resmi olarak raporlanmış olmasına rağmen Kanal İstanbul güzergâhı boyunca deprem sırasında zemin büyütmelerine maruz kalacak beton kanalın nasıl davranacağına dair bir çalışma yapılmamıştır.
Kanal İstanbul’un inşaatı için harcanacak meblağ İstanbul ve çevresinin deprem kayıp risklerini azaltmak için kullanılmalıdır. Büyük can ve mal kayıplarına neden olacak deprem risklerinin azaltılması için bekleyen İstanbul’un önceliği Kanal değil, depremdir.