Ramazan ayının tatlı telaşı yerini yine bayram keyfine bıraktı. Ve bayram keyfi ile birlikte herkesin dilinde “eski bayramlar” nostaljisi. “Eski bayramların tadı artık yok” ile başlayan cümleler mutlaka birkaç anı ile süslenir, yüze yansır sahte olmadığını kesinlikle bildiğiniz tebessüm. O sıcaklığı hatırlamak bile mutlu eder insanı…
Eski bayramları herkes hatırlar, söyler, anlatır, bilmeyen yeni nesile anlatır ama o bayramları tekrar nasıl yaşayacağımız ile ilgili en küçük bir çabaya rastlamayız.
Kapatın gözlerinizi ve çocukluğunuzu hatırlayın. Bayram denildiğinde aklınıza gelen ilk şey ne? Bayram harçlığı ve bayram şekeri herkesin ortak cevabı olacaktır. Bayram ziyaretleri, yenilen şekerler, alınan harçlıklar, hediyeler bayramları hep özel, hep beklenen kılan özelliklerdi. Hatırlanan tüm özellikler çocuk odaklı aslında. O nedenle aklımızda çok daha net kalıyor belki de.
Toplumun bir kesimi tarafından “tu kaka” olarak görülen Noel kutlamalarında da aynı özellik yok mu? Kırmızı elbiseli, beyaz sakallı bir dede çocuklara hediyeler getiriyor. Ve çocuklar yıl boyunca bekliyor Noel Baba’yı. Çocukları ne kadar geleneklerin içinde tutabilirseniz değerlerinizi yaşatmak, geliştirmek o kadar kolay olur. Hiç duydunuz mu “nerede o eski Noeller” cümlesini. Duyamazsınız, çünkü hayat değişse de geleneklerini geleceğe taşıyabiliyor batılılar.
Başka bir açıdan daha bakalım?
Küçük bir çocuk Kadir Gecesi’ni neden bekliyor? Onun bütün bir yıl boyunca o geceyi beklemesini sağlayacak bir geleneği bu güne kadar neden hayata geçirmemişiz? Hiç düşündük mü? Kadir Gecesi İslam aleminin en kutsal gecesi ise çocuklar için çok özel bir şeyler yapılamaz mıydı?
Cumhuriyet Bayramı için ne yaptık? Tankların yürümesinin bir çocuğa kattığı nedir ki? Geçtim Cumhuriyet Bayramı’nı dünyada çocuklar için bayramı olan tek ülkeyiz, ne yapıyoruz 23 Nisan’da çocuklarımız için, çevremizdeki çocuklar için.
Nasrettin Hoca, Hacivat, Karagöz, Keloğlan ve diğerleri… Senelerdir bekliyorlar onları ne zaman hatırlayacağımızı. Noel Baba’dan da yakışıklı ve eğlenceli olduklarını söylemek mümkün.
Bayram kelimesine bakıp anlamını bir kez daha düşünmek gerekiyor. Bayram; coşku, birliktelik, aynı heyecan etrafında bir araya gelme, aynı masada yemek yeme, saygı, sevgi, huzur, eğlence… Bunların hepsini bir kenara bırakıp takvimdeki tüm kırmızıları bir araya getirme telaşından öteye geçmiyor oysa bayramların anlamı.
Bizim bir yerlere gidip yatmaktan, dinlenmekten çok daha fazla ihtiyacımız var bir arada olmaya, birlikte ortak coşku ve heyecanları paylaşmaya. Ne kadar yorgunmuşuz… Herkesin dilinde bir dinlenme söylemi. Hepimizin çok çok fazla dinlenmeye ihtiyacı var, ne bitmez bir yorgunlukmuş bu.
Kaç bayramdır kapınız duvar? Kaç bayramdır kapınızı çalan çocuklar bayram harçlığı alamadan, şeker alamadan ayrılıyor kapınızdan. Kaç bayramdır kapının deliğinden bakıp “yine çocuklar” diyerek kapıyı açmadınız?
O zaman ne için şikayet ediyoruz? Eski bayramları kim getirecek bize? Kapı duvar bayramlar bize ne kazandıracak?
Çocuk olgusunu göz ardı ettiğimiz sürece geleneklerimizi geleceğe taşımamız imkansız. Önce çocukları seveceğiz, sonra çocuklara sevdireceğiz. Bayramı çocuk gözü ile izleyeceğiz, çocuk gözü ile değerlendireceğiz.
Gidin yine çocukluğunuza ve bugünü yaşayın.
Gittiğiniz her kapı kapalı. Bayram harçlığı yok. Bayram şekeri yok…
Size bırakılan bayramlar böyle değildi.
Açın kapıları sonuna kadar, bayramın coşkusunu yaşayın doyasıya.
Masanın kenarında bozuk paralarınız, şekeriniz hazır olsun minikler için.
Bayramınız Kutlu Olsun