Kevin: Peki ya aşk?
John: Çok abartılıyor. Biyokimyasal açıdan, çok miktarda çikolata yemekten farksız...
Ah bu John Milton... İnsanlık tarihinin en önemli sorularına her kafaya göre mantıklı yüzlerce cevap bulabiliyor.
Bugün nefsimizle ruhumuz arasındaki savaşı nefsimizin kazanmasına izin verdiğimiz durumlarda hayatımızın ve dünyamızın nasıl zehir olduğuna dair bir takım düşüncelerdeyken o mühim filme denk geldim. Şeytanın Avukatı... Filmde Al Pacino; John Milton yani şeytan rolünde bizi etkileyici oyunculuğu ve tüm o sözleriyle tefekkürlerden tefekkürlere salıyor.
Keanu Reeves’in oynadığı Kevin Lomax karakteri avukatlık mesleğini icra ederken vicdanı ve nefsani talepleri arasında bir seçim yapmaya zorlanır. Mesleğinin ve toplumsal yaşamın iyi ve güzel göstermiş olduğu yerlere ulaşabilmesi için yanlış olanı savunması gerekmektedir. Mesleğinde hızla yükselmektedir. Ancak süreç içerisinde görür ki bu ilerleme aslında onun için sonun bir başlangıcıdır. Film boyunca İradesini şeytanın verdiği aklın emrinde kullanmasının Kevin’ı nereden nereye taşıdığını dehşet içinde izleriz.
Biz suçu modernleşmeye, teknolojik gelişmelere atıp insani özelliklerimiz tarih oldu diye ne kadar yaygara koparsak da aslında insani özelliklerin kaybolması hikayesi insanlık tarihi kadar eski. İnsan ilk insandan beri aynı insan. Hırs aynı hırs, aşk aynı aşk, nefret aynı nefret... Ne başkalarıyla savaşı bitiyor insanoğlunun ne kendisiyle... Hatta ne de Yaratıcısı ile...
Ahlak ve vicdan ile teçhiz edilmiş insanın iyi ve doğruya yönelik olan düşünceleri hangi çağda olursa olsun, mevcut olan sistemin içerisinde karşılığını buluyor yada bulamıyor.
Yani her çağın insanına göre mevcut oyunları oluyor John Miltonların... Beyin, akıl, bilinç ve özgür irade kavramları arasındaki ilişkiyi en ince detayına kadar tespit etmiş, düşünce sistemimizi bizden daha iyi biliyor. Telkinlerde bulunuyor. Akla tesir ediyor ve özgür irademizi yanlış seçimlerde kullanmamıza sebep oluyor. Ve ne isterse en mantıklı gerekçelere dayandırarak kabul ettiriyor biz Kevin Lomaxlara... Film boyunca Kevin’ın özgür iradesinin nefsi tarafından adım adım nasıl ele geçirildiğini izliyoruz.
Özgür irademiz aklımızın doğru bulduğu şekilde yönlendirir bizi. Aklı etkileyen, içinde şuur kazandığımız ortamlardır. Bazen doğru olandan bizi çevirir, doğru seçimi yapma özgürlüğümüzü kısıtlar.
Film içerisinde akla hükmetmeye çalışan şeytan modern yaşamın, dünya hayatının renkli ve süslü formunu ulaşılmak istenen amaç halinde gösteriyor. Birtakım değerler amaca giden yolda sıfırlanıyor ve kişiler kendi bilincine ve özgür iradesine yabancılaşıyorlar.
Akla nefsin ve şeytanın tesiriyle ve akabinde yanlış bilinçlenme ile, insanın Allah’la, doğayla, ahlaki değerlerle olan bağlantısının kopuşuna yönelik bir alegori var filmde. Milton karakterin bitişini “geleceği satın alır, geleceği satarsın; hava yoğunlaşır sular kirlenir, anlaşmadan anlaşmaya koşarken kendini yok edersin” ifadeleriyle anlatır.
İbrahim Suresinde şöyle ifade ediliyor. “Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
Filmde de şeytanın temsilcisi rolünde Al Pacino. “Özgür irade. Kelebek kanatları gibidir adeta; bir kere dokun, bir daha yerden havalanamazlar. Hayır, ben sadece sahneyi hazırlarım, siz kendi iplerinizi çekersiniz” diyor. “Seni zorla hiçbir işe koşmadım.” diyor. “Ben sana teklifte bulundum, sen de teklifime icabet ettin” diyor. “Beni kınama, kendi nefsini kına” diyor.
Şeytan rolünü artık izlediğimiz tüm filmler ve diziler üstleniyor diyebilir miyiz? Bizlere sunmuş olduğu ideal yaşam formu ve yüksek hedeflere ilerlemeci anlayış içerisinde özellikle Allah’tan ve doğrularından kopuşumuzu estetize etmiyorlar mı? Renkli ve süslü gösterilen kent yaşamını, “Amaca giden her yol mubahtır” anlayışı ile idealize etmiyorlar mı? Sosyal medyada filmlerde gördüğümüz ve kusursuz bulduğumuz, eğer sahibi olursak mutlu olacağımızı düşündüren renkli hayatlara özendirmiyor mu?
Neyse manzarayı karartmayalım. Film içerisinde güvensiz ve kasvetli bir atmosfer ve de çözümsüz bir dünya resmi çizilse de gerçek dünya aslında öyle değil. Eğer bir şeytan ve yardımcıları varsa onun karşılığı da var mutlaka. Drama bağlamayalım. O kadar da korkunç değil her şey. Zalimin zulmü varsa sevenin Allah’ı var diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum...