Geçtiğimiz gün, bir misafirimi bırakmak için Sabiha Gökçen Havaalanına yola çıktık. Mübarek Ramazan Ayı’nın ilk gününe denk gelen bu günde yolculuğu ve o esnada yaşananları sizinle paylaşmak istedim.
Ramazanın ilk günü oluşu, akşam bir iftara davetli olmam, misafirimi akşam saat 20:00’de havaalanına yetiştirecek oluşum, bir de bunun arasına iki görüşme yapacak olmamı da düşünürseniz, benim yaşadıklarımı daha iyi anlayabileceğinizi düşünüyorum.
Sabah toplantısında da arkadaşlarım bana ‘Mehmet Bey bugün havaalanına gidecekseniz, akşamda iftar daveti var, siz başka hiçbir görüşme almayın, günü kapatalım’ dediler. İşte ben o dakika itibari ile bu yazıyı kaleme almak istedim. Mübarek Ramazan’ın gelmesiyle bizler feraha, huzura kavuşmamız gerekirken, mübarek Ramazan’ın ruhuna yakışmayan ne varsa yapmaya çalışıyoruz.
Trafik sıkışıklığının getirdiği kavgalar, iş görüşmeleri için şu Ramazan bir geçsin bakarız, zaten sigara da içemedim, iftardan sonra görüşürüz ve sair.
Orucu sanki karşı tarafa tutturuyoruz. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Bir İstanbul aşığı olarak, bu güzelim “Dünya Kenti İstanbul”un gelebileceği noktaları zihnimde hayal edince bir iki laf etmek zorunda hissettim kendimi. Koskoca güne, insana bir görüşme yaptıran şey, her ne ise kesinlikle doğru değil. Şartlar ne olursa olsun ben de kesinlikle kabul etmiyorum.
Tüm bu olaylardan; İstanbul’da yaşayan ve İstanbul’u yöneten herkesin sorumlu olduğunu düşünüyorum. Ama icra makamının kesinlikle hiçbir bahaneye gerek görülmeyecek kadar da açık ve net bir şekilde sorumlu olduğunu ve muhalefetin de bir o kadar da sorumlu olduğunu, en son olarak ta içinde yaşayanlar ve onları seçenler olarak biz sorumluyuz.
İstanbul gibi bir kenti ve bu kenti kent yapan içinde yaşayanları, İstanbul’a yakışır bir kent ve kentli haline getirilmesi, bu kent için ve İstanbullular için çok elzem bir konudur.
Ben bir gazete yöneticisi olarak İstanbul için üzerime düşen ne varsa yapmaya çalışıyorum. Herkes de üzerine düşeni yapmak zorundadır. Yapmıyorsa ya yapana yardımcı olacak, ya da bedelini ödettireceğiz.
Ne zaman sıkışsak, hemen faturayı halka çıkarırız. İşte; ‘bizim halkımız cahil’, ‘bizim halkımız kültürsüz’ gibi bir çok basmakalıp ön yargı kullanılır.
Peki bu halk böyle ise, sen hangi halktansın, sen bu halkın neresinden çıktın. Madem sen özelsin, neden senin yanındakiler veya yaşadığın yerdeki diğer insanlar özel değil.
Aslında bu konuda söyleyeceklerim bu kadarla sınırlı değil… Zaman zaman yine bu konuya döneceğim...