2023'e Doğru AB Uyum Sürecinde Türkiye'de Tüm Yönleriyle Atık Yönetimi Mevzuat ve Uygulamaları Panelinde, CEVTAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Selami Horzum konuşmacı olarak katıldı.
; konuşmasında;“Derneğimiz 2013 yılında kuruldu. Çevre ve insan adından da anlaşılacağı üzere, çevre ve insan et ve kemik gibi birbirinden ayrılmaz parçadır.” Çevre insansız, insan çevresiz olmaz ama burada bakıyoruz ki! Çevreyi kirleten insan çevre ve doğayı koruması gereken de insan arada böyle bir yaman çelişki, bir tezat varmış gibi çevreyi korumak içinbir çok mevzuatlar uyum çalışmaları çıkıyor. Özellikle, Avrupa Birliğindeki çevre mevzuatları faslının açılması ile beraber, ama bu mevzuatların her biri biliyoruz ki insan için. Tabii, bu mevzuatlar çıkıyor, bunun uygulayacakları var yaptırımları var ama bunun başında insan geliyor, biz bu düşünceyle hareketle çevre korunması konusunda İnsan unsurunun sivil toplum unsurunun eksik olduğunu gördük. Baktık ki; devlet, belediye diğer kamu kuruluşlar bu mevzuatın uygulanmasında görev alıyorlar. Ciddi görev alıyorlar ama insan ve asıl bunu kirleten koruyacak olan insanın, bu konuya katkısı konusunda ciddi eksikleri olduğunu ve sivil toplum kuruluşlarının bu konuda rol alması gerektiğini, çok sayıda sivil toplum kuruluşu vasıtası ile bu çalışmaların çevreyi koruma çalışmalarının çevreyi koruma çalışmalarının yapılmasının gerektiği konusunda bir kararımız düşüncesi ile bu derneği kurduk. Bu derneğinde yanında diğer sivil toplum kuruluşlarının da katkı sağlamalarını bekliyoruz. Şimdi çevre koruması diye bir olay var. ”Kirleten öder” Kim kirletiyor?insan o halde hepimiz ödeyeceğiz, ama bunun öncesinde bir durum var o halde korumayı nasıl yapacağız bu dengeyi nasıl sağlayacağız. O yüzden biz, tüm insanların, tüm kamu kuruluşlarıyla işbirliği yaparak bu sivil toplum kuruluşlarında bu eğitime katılması ve çevre konusundaki eğitime katkıda bulunmalarını söylüyoruz. Avrupa Birliğinde çevre politikaları yürütülürken, insanların eğitimi sivil toplum kuruluşlarının bu konuya katkısı çok büyük önem arz etmekte. Bizim çevre konusundaki derneklere sivil toplum kuruluşlarına baktığımız zaman sayılarının parmakla sayılacak kadar ama olduğunu gördük. Lütfen bu konuda katkıların ve katılımların artmasını özellikle rica ediyorum. Biz, sayın bakanlık temsilcisi ve diğer arkadaşlar Avrupa Birliğindeki çevre mevzuatı üzerinde gerekli çalışmaları sundular. Gerçekten 1998 yılından 2013 yılına kadar ciddi çalışmalar var. Tabii bunların hepsi mevzuat çalışmaları güzel amaçlar içeriyorlar, çünkü tüm mevzuatlar insanlar için yapılıyor. Amaç zaten doğru şeyler yapabilmek ama, burada insan unsurunun unutulduğunu bir kez daha gördük.
Şimdi ben, bu bağlamda 1998 yılından 2013 yılına kadar Türkiye'de çevre mevzuatı ve uygulamaları ile ilgili neler yapılmış hem bardağın dolu tarafını hem de boş tarafını bir sivil toplum kuruluşu penceresinden bakarak ortaya koymak istiyorum. Sadece bir durum tespiti yapmanın faydalı olduğu kanaatindeyim. Öncelikle, Avrupa'da çevre politikası nedir? Bunu hatırlatmakta fayda var. Avrupa birliği politikaları içinde çevre sorunları özel bir yer tutmaktadır. Avrupa ülkelerinde çevre bilincinin yerleşmiş olmasında iç hareketinin giderek güçlenmesinde ve birliğin uluslararası alanda çevre konularının öncül rol oynamasından bunu anlayabiliriz. Türkiye'de çevre sorunları ile ilgili yasama çalışmalarının AB giriş sürecinin bir zorunluluğu olarak hızlanmasında yine bu durumla ilgilidir.
AB yi çevre sorunlarıyla ilgilendirmeye iten nedenler nelerdir?
Birliğin yayınlarına bakıldığında, ortak bir çevre politikasının gerekçesi olarak Avrupa'da çevre üzerindeki baskının giderek araştırılması, doğal kaynakların tükenme noktasına gelmesi, sel, kuraklık, orman yangınları gibi yıkımlarını çoğalması, evlerde ulaşım araçlarından kaynaklanankarbon monoksitemisyonunun sürekli artış göstermesi, özellikle kentsel yerleşim de kirlilik ve gürültüden dolayı yaşam kalitesinin düşmesi, her yıl toplam 2 milyar ton atığın üretilmesi bunun yılda %10 artması… Gibi sorunlar öne çıkmaktadır.Gerçekten de nitelik ve nicelik olarak giderek büyüme gösteren çevre sorunları birlik çapında ortak politika da belirlenmesi zorunlu hale getirilmiştir. Ortak bir çevre politikası oluşturma zorunluluğunun, bir nedeni de çevre sorunlarının sınır tanımama özelliğidir. Ortaya çıkan pek çok sorunun yerel boyutunu aşarak kısa sürede bölgenin ve Avrupa'nın gündem maddesi haline geldiği bu tür sorunlar da, birlikte harekete geçmenin zorunlu olduğu anlaşılmıştır. Ozontabakasının incelmesi, iklim değişikliği,uluslar arası unsurlar kirliliği, yaban yaşımın korunması gibi, konularda birlik düzeyinde önlemlerin alınması bununla ilgilidir. Avrupa birliği her bir aday ülkenin katılım yönünde kat ettiği ilerlemeye ilişkin 98 yılından beri düzenli raporlar sunmaktadır ve her yıl Ekim ayında Avrupa konseyinde ve Avrupa Juventusu’nda bu raporlar sunulur ve tartışılır. Kamuoyunda daha çok demokrasi ve insan hakları bağlımda, gündeme gelen ilerleme raporları başlıklarından biri de çevredir. Avrupa birliği çevre politikası, mevcut ve gelecek nesiller için sürdürülebilir kalkınmanın teşvik edilmesini ve çevre korunmasını amaçlar bu politikada, önleyici eylem “kirleten öder” ilkesi çevre zararı ile mücadele ortak sorumluluk ve çevrenin korunması diğer AB'ye politikaları ile bütünleşmesi üzerine kuruludur.
Müktesebat yatay mevzuatı, su ve hava kalitesinin atık yönetimini, doğanın korunmasını, endüstriyel kirlenmenin denetimini, iç denetimini, kimyasal maddeler ve genetiği değiştirilmiş organik gıdalar GDO’lar, gürültü ve ormancılığı kapsayan iki yüzden fazla belli başlı yasal düzenlemeyi içermektedir. 1998 ve 2012 yılları arasında yayınlanan ilerleme raporları, Türkiye'nin Avrupa Çevre mevzuatına uyumunu şöyle bir gözden geçirirsek, 1998 yılında yayınlanan ilk rapor Türkiye çevre mevzuatı standartlar ve izleyip gerekleri ölçüm yöntemleri bakımından Avrupa birliğini çevre mevzuatlarından çok farklı olduğu ve Türkiye’de çevre koruma düzeyinin arzu edilenlerin uzağında olduğunu tespiti ile açıklamıştır.Asıl çalışmalar 2000 li yıllarda başlamıştır. Çevre konusundaki çabalar Türkiye’nin AB'ye ile uyumunu diğer alanlarda gösterdiği Çabalar ile paralellik göstermiştir. 2002 yılından sonra reformlar her ne kadar sınırlı olsa da hız kazanmış, idari kapasiteye ilişkin olarak Türkiye’nin Çevre Bakanlığı'na ana bilimlerini belirleyen teşkilatı Kanunu kabul etmesi çevre mevzuatına uygun şekilde uygulanması önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir. Kimyasallar alanında 1993 yılında yürürlüğe giren zararlı kimyasallar ürünlerinin kontrolleri ile ilgili değişiklik yapılmış, yatay mevzuatta Çevre Komisyonu ve AB müktesebatı İle ilgili çevre bakanlığında yetkili arkadaşlarımız, bu konuyla ilgili mevzuat çalışmalarının bu kısmını bahsi ettiler. 2002 raporlarında ise AB’nin Çevre mukteza batını3 hukukta aktarılması konusunda ilerleme kaydetmiş, idari kapasitenin geliştirilmesinde de kayda değer gelişme sağlanmıştır. Çevresel boyutunun tüm politikalarıncaentegre edilmesi konusunda, Ocak 2002'de kabul edilen kamu ihale konusuna göre kamu ihale süreçlerinin başlatılmasından önce olumlu bir çevresel etki oluşturulması benzer bir yükümlülüğün endüstri bölgesinde yatırımcılar için de geliştirilmiş olması önemlidir. Yatay mevzuat alanında 2002'de yeni bir çevresel denetleme yönetmeliği çıkardılar. Avrupa birliği çevresel etki değerlendirmesi direktiflerine, hükümlerine uygun hale getirilmiştir. 2003 ve 2004 yıllarında Türkiye Çevre konusunda önemli uluslararası çevre sözleşmelerine protokollerine imza atmıştır. Doğa koruma alanında Şubat 2013'te nesli tükenmekte olan yabani flora ve fu ananın uluslararası ticaretine ilişkin sözleşmeler de bakanlıklar kurulunda kabul edilmiştir. Haziran 2003'te Avrupa Peyzaj sözleşmesi onaylanmış genetiği değiştirilmiş organik gıdalar alanında da önemli gelişmeler sağlanmıştır. Diğer aday ülkeler gibi, Avrupa uyum sürecinde çevre başlığı en maliyetli alanların başında gelmektedir. 2006 yılında adanan ulusal çevre Stratejisi dokümanı, Türkiye'nin Avrupa birliği Müktesebatında Çevreye tam uyum sağlaması için ihtiyaç duyulacak teknik ve kurumsal alt yapının gerçekleştirilmesinin zorunluluğu çevresel ilginçlerinin yanı sıra uyumun maliyetiyle ilgili rakamlara da yer vermektedir. Endüstri, tarım ve kentsel Alt yapılarıda içerecek şekilde yapılanması için gereken maliyeti 60 milyar € olarak ifade etmektedir. Yaptırımın %80'inin kamu sektöründe %20'sinin de özel sektöre yapılması beklenmektedir
Avrupa Birliği'nin üzerinde hassasiyetle durduğuTürkiye’nin ilerleme raporları incelendiğinde, en az uyum gösteren alan doğa korumadır. Raporlar yaşam alanlarının gerilemeye devam ettiğini vurgulamakta,Türkiye’nin yeni büyük ölçekte su ve enerji altyapısının test edilmesinin korunan Flora ve Fuanaüzerinden yaratılacağı olasılığına dikkat çekmektedir. Avrupa Birliğine, üye her bir ülke, kendi sınırları içinde en önemli doğal yaşam alanlarının ve buradaki bitki hayvan türlerinin bir listesini düzenlemek zorundadır. Avrupa Birliği, gerek birlik gerekse uluslar arası düzeyde iklim değişikliği ile mücadele de önemli roller üstlenmiştir.Klotho protokolüne liderlik eden Avrupa birliği 2020 yılında sela gazı endüksiyonunu 1990 seviyesinden en az %20 altına düşürülmesi, enerji tüketiminin %20’sinin yenilebilir kaynaklardan karşılanması, tahmini seviyelere kıyasla temel enerji kullanımında %20 oranında düşürme seviyesi ile iklim değişimi ve enerji planını kabul etmiştir.
Ancak, AB'ninTürkiye ile ilişkilerinde iklim değişikliği doksanlı yıllarda hiç gündeme gelmemiş, ilk yıllardaki raporlarında iklim değişikliği bahsi geçmemiş, 2002 den 2009'a kadar Türkiye’ninKlotho protokolünü İmzalamadığını düşünürken, 2004 yılında birleşmiş milletler iklim sözleşmesinin onaylanmadığı 2007'de de Türkiye’nin birleşmiş milletler iklim değişikliği çerçevesi sekreterliğine 1990 2004 yılları için sela gazı sunduğu belirlenmiştir. İdari anlamda merkezi ve yerel düzeyde Avrupa birliği mevzuatı çerçevesinde idari kapasite doksanların sonlarında artmış, tüm düzeylerdeki otoriteler arasında Koordinasyonlardadahil olmak üzere daha fazla güçlendirilmesi sağlanmıştır. Son yıllardaki raporlarda da denildiği gibi, çevrenin korunması ve diğer politika alanlarına dahil edilmesi yani yatırımların çevre konusunda Avrupa birliği Müktesebatında uyumlarının sağlanması henüz erkendir. Ulusal Çevre ajansının kurulması yönünde henüz ilerleme kaydedilmiş değildir. İdari kapasite de yeni verilmiş, diğer önemli bir alanda yerel düzeyde çevre mevzuatının etkili ilerlemesini sağlayacak kurum ve kuruluşların kapasitesi olup çevre koruma tedbirlerinin uygulanmasında, çevresel alt yapı inşa edilmesinde, küresel atıkların toplanmasından ve bertaraf edilmesinde, imar planlarında önemli rol oynayan belediyelerin, çevre politikalarını uygulamasında ciddi rol alması gerekmektedir. Biz buradaki belediyelerin, çevre konusundaki rolünün eksik olduğunu düşünüyoruz. Bununla ilgili düşüncelerimizde var daha sonra aktaracağız. Avrupa Çevre Muktezasının odak noktasını oluşturan çok sayıda denetleme hükümetlerine yönelik olsada mevzuatı esas alarak çevre konuları olmak üzere yerel düzeyde ki diğer konular oluşturmaktadır. Bu da mevzuatın oluşturulmasında yerel yönetimlere etkin görevler yüklemektedir.
Bu açıdan çevreyi denetime izin açısından il bazında düzenleme gerektirmektedir. Dolayısıyla belediyelerin özellikle eğitim açısından Avrupa Birliği çevre politikasına, yönelik çalışmaların hızlandırılması, gerektiği vurgulanmış ve sivil toplum kuruluşlarının da bu çalışmaya katılması arzulamıştır. Aralık 2009'da 27. müzakere başlığı olan çevre Faslı müzakereleri açılmış,Türkiye’nin üyeliğinin netleşmemesi ve çevre faslının maliyetinin kamu ve özel sektör tarafından üstlenilmesi zorunlaştırılmıştır. Genel olarak bakıldığında çevre ve iklim değişikliği alanında daha fazla uyum sağlanması bakımından düzensiz ilerlemeler kaydedilmiş, Türkiye'nin çevrenin korunması gereksiniminin tüm diğer politikaların bütünleşmesinin zayıf olduğu değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu çerçevede 2012 2013 yılına kadar Türkiye’nin çevre mevzuatındaki genel durumu bunu göstermektedir. Biz, sivil toplum kuruluşu olarak, çevre mevzuatı çalışmalarına katkıların fazlalaştırılması konusunda sayın yetkililerden destek bekliyoruz ve sivil toplum kuruluşlarının, bu çalışmalara daha fazla katılmasını arzu ediyoruz.
Kaynak : Ankara Haber