Sanki bütün bir gece dinlenmemişte savaşmışız gibi uyanıyoruz yataktan. Geri geri gidiyor ayaklarımız adı “iş” olan yere giderken. Ve kolumuzu kaldıracak halimiz olmuyor eve geri dönerken.
Yorgunuz.
Hep yorgunuz.
Sen değil misin? İnanmam, ya yalan söylüyorsun ya da sen hayatın sırrını gerçekten çözmüşsün.
İnsan neden yorulur ya da nasıl olurda hiç dinlenemez?
Bitmeyen senfoni gibi bizimkisi hiç bitmeyen bir Yorgunluk Senfonisi.
Neden?
Nedenini düşünecek bile zamanımızın olmaması değil mi aslında gerçek sebep. Her dakika bir koşuşturma içindeyiz, her dakika bir şeyin telaşı var üzerimizde, gerginliği, stresi. Bitmiyor. Bitiremiyoruz.
Yetişemiyoruz hiçbir yere, başaramıyoruz da tam olarak. Mutlaka eksik kalıyor bir şeyler. Hafta sonlarını bile yarım yamalak yaşayarak tamamlıyoruz. Sanıyoruz ki gün boyu yatınca dinleneceğiz. Oysa ki artıyor yorgunluklarımız.
Oysa Amerika’yı bırakın burnumuzun ucunu keşfetmeye tekrar gerek yok. Hep anlatılır İskandinav ülkelerinin rahatlığı ve refahı. Ne yapıyor bu adamlar? Avrupa’ya gidenler hep anlatmaz mı; “adamlar 5 dedi mi bırakıyor işi” diye. Önemli olan 5’te bırakmak değil işi, 5’ten sonra doyasıya yaşamak hayatı, dinlenmek, ertesi güne hazırlamak ruhu ve bedeni. 5’te işin bırakılmasını görüyoruz da sonrasını görmüyoruz hiç. Ne yapıyor bu adamlar.
Biz de tam 5'te işi bırakana hangi gözle bakılır diye sormuyorum hiç.
Diyeceksin ki o adamların her akşam bir şey yapacak kadar paraları var. Senin neden yok? Hiç düşündün mü? Şartlar hiç müsait olmadı değil mi? Senin devletin, senin hükümetlerin ne yaptı senin refah seviyeni yükseltecek? Hep bir köşe dönme çabası ile geçmiyor mu ömrün? Şu olursa böyle olur, bu olursa böyle olur, buran gelirse, şuraya giderse ile geçmiyor mu ömrün?
Hala 500 yıl öncesi ile övünüp, 100 yıl öncesi ile kavga mı ediyorlar yoksa yarın için proje mi üretiyor o ülkeler? Oysa bitmiyor bizim kavgamız. Ülke yönetimini kime emanet edersek edelim hep birileri ile kavga ediyor. Hep bir düşmanımız var. Bırakmıyor bizi dış mihraklar. Biz yorulduk da bizi yönetenler yorulmadı mı? Ha bu arada kazananlar da hep dış mihraklar, bir arpa boyu yol da alamıyoruz.
Hep borcumuz var, bitmiyor. Ülke olarak, şirket olarak, kişi olarak hep borçluyuz. Borcumuzu ödemekten nefes almaya vakit bulamıyoruz. Herkes bu kredi işine nasıl bulaştı. Havuzlu evde oturmanın da, iyi bir otomobile binmenin de bir bedeli var; o halde yorulacaksın der gibi hayat. Yoruluyoruz, daha çok yoruluyoruz o keyfi yaşarken..
Sahi bu ülkenin borcu ne kadar? Ne zaman ödeyeceğiz? Ne zaman borçsuz bir ülke olacağız? Geçtim borçsuz ülke olmayı en borçlu ülke olmaktan ne zaman kurtulacağız? Senin borcun ne kadar? Sen ne zaman kurtulacaksın bankalardan, borçlardan? Hiç hesapladın mı geçen yıl ne kadar faiz ödediğini, kazandığın paranın kaçta kaçını sana borç verenlere ödediğini? Bir hesapla istersen.
Oyunların bizi eğlendirmek için olduğunu ne zaman anlayacağız? Sinema, tiyatro, futbol, basketbol, televizyon bizim aslında eğlenmemiz, dinlenmemiz için değil mi? Hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek eğlenen Almanları, İngilizleri, İspanyolları görünce de anlayamıyoruz aslında gerçeği. Hep bir ağızdan küfür etmeyi kim öğretti bize? Ne zaman başladı bu iğrenç adet.
Arkadaşına güvenmeyen, ailesine güvenmeyen, doktora güvenmeyen, hakime güvenmeyen ve aslında güvenmemekte de haksız olmamayı nasıl başardık? Nasıl bir paranoya kapladı her yanımızı? Sahi huzurun, rahatlığın ana unsuru hukuğun verdiği güveni ne zaman kaybettik biz?
Toplumun her kesiminden mafya nasıl korkuttu herkesi? Nasıl korkar olduk, korkmaktan haksız olmayarak. Birisi geliyor yapmayacaksın diyor, yapmıyoruz, girmeyeceksin diyor, girmiyoruz, çıkacaksın diyor çıkıyoruz. Geride emekler, çabalar, umutlar bırakarak.
Mahalle bakkalından sitenin marketine nasıl geçtik? O siteye ne zaman taşındık, mahalleden ne zaman koptuk? Karşı komşunun günaydını nasıl bu kadar soğuk oldu? Perihan Abla’ya, Şakir’e ne oldu?
Hala nasıl bu kadar yorgun olduğumuzu düşünüyor musun? Bırakalım güncel yaşananları, yorgun olduğumuz bedeni tanıyor muyuz? Sorduk mu ona ne istediğini?
Bir beden taşıyoruz, her saniye, uyurken bile çalışan bir beden.
Dinlenmeyen, dinlenemeyen bir beden.
Bize kurbağanın solunum sistemini anlatan eğitim sistemimiz bize nasıl dinleneceğimizi anlattı mı?
Günde en az 2 litre su içmemiz gerektiğini, ne kadar karanlık bir ortamda uyursak o kadar iyi dinleneceğimizi, ayaklarımızın bakımının önemli olduğunu ve dinlenmemin aslında oradan başladığını. Karnımızı doyurmak kadar sinir sistemimizi rahatlatmamız gerektiğini anlattı mı? Hangi gıdaları tüketeceğimizi anlattı mı? Hayır.
Ben yorgunum, çok yorgun. İnkar etme, sen de yorgunsun, aklında çıkacağın tatil var ve orada dinlenmenin hayalini kuruyorsun.
Ve ne olur sorma bana kim Cumhurbaşkanı olacak diye.
Bırak kim olursa olsun, sen ayaklarını uzat, ruhunu dinle, dinlen…
Turgut Yüksekdağ / Twitter: @turgutyuksekdag