Şişli'nin bir tarafında lüks yaşam, Kuştepe’de ise yoksulluğun dip yaptığı yaşamlar!
Kuştepe’nin sokakları dar ama yoksulluğu derin. Gökdelenler belki bu mahallenin güneşini kesiyor ancak yoksulluğunu kapatamıyor. Bir tarafta lüks yaşamlar, diğer tarafta yoksulluğun dip yaptığı hayatlar…
Sultanahmet’te kemerler içindeki gecekonduları yıkılanlardan bir grup kendilerini Mecidiyeköy’e götürecek vasıtayı arıyor. 100 yaşındaki Ayancıklı Fatma Hotanlar, “Sen de Kuştepe’ye gidecek misin?” sorusunu şöyle yanıtlıyor:
“Yok evlat. Dağ başında kurda kuşa yem olamam bundan gayri.” (…) Gözü yaşlı başka bir aile var. Üç nüfus. Baba Mehmet Yıldırım Vezirhan’da helacı imiş. ‘Kuştepe’ diyor: Şehre en az bir buçuk saat mesafede. Ben günde üç lirayı zor kazanıyorum. Bunu yola mı vereyim, yemeğe mi?”
17. 5. 1955, Milliyet
Kuştepe'nin kurulmasını sağlayan yasanın Meclis’ten çıkması için, Şişli'de gecekondularda yaşayan halk bir dernek kuruyor. Gecekondu adıyla dernek kurulamayacağı söylenerek, dernekleri kapatılıyor.
Ancak 24 saat içinde isim değişikliği yaparak yeni dernekler kuruyorlar. TBMM'ye, valiye, gazetelere mektup yolluyorlar. Mitingler yapıyorlar. Kamuoyunun ilgisini çekebilmek için ‘‘Gecekondular Kraliçesi’’ adlı bir güzellik yarışması bile düzenlediler. Sonunda devletten Kuştepe'yi kopardılar.
8. 3. 1999, Hürriyet
İstanbul birçok tezat unsuru bir arada bulunduran bir şehir… Bunu en net ortaya koyan yerlerden birisi de Şişli’nin “arka yüzü” Kuştepe. Zira bir tarafında Trump Towers var, diğer tarafta komşusu İzzetpaşa’da Nurol Tower… Megakentin göbeğinde ancak bir o kadar da “dışında ve kenarında”.
Roman yurttaşların yoğunlukla yaşadığı bu mahallenin sakinleri için salgın günlerinde evde kalmak bir lüks. Çoğunluğu günlük işlerde çalışıyor, günlük kazanıyor.
Ancak pandemi, burada süregelen yoksulluğun boyutunu kat be kat artırdı. Öyle ki seyyar satıcılardan trafikte su satarak, çiçek satarak geçinmeye çalışana, müzisyenlik yapandan geri dönüşüm işinde ter akıtana dek herkes dertli durumda.
Yoksulluk sarmalı büyürken; eğitimden nitelikli barınmaya erişime, sağlıktan istihdama can yakıcı bir dizi sorunla boğuşuluyor. Bir öğle vakti Kuştepe’yi ziyaret ediyorum.
Mahallenin muhtarı Eyüp Demirkıran karşılıyor beni. Ardından da bir yandan Kuştepe’yi adımlamaya başlıyoruz bir yandan sohbete. Bir süre de sonra da Alev Sokak’ta buluyorum kendimi. Roman yurttaşların yoğun yaşadığı bir sokak burası. Belki de Kuştepe’ye ruhunu, özelliğini veren yer.
İlk görüşeceğim kişinin adı Muammer Ger. 70 yaşında, yıllarca keman çalarak geçimini sağlamış. Pembe duvarlı bir evin önünde beni bekliyor. “Hadi, sor bakalım” diyor. Ben soruyorum, o anlatıyor; hayatını, geçmişini, Kuştepe’yi:
“Burada doğdum, büyüdüm. Ailem Trakya’dan geldi. Hastalandım, haliyle de bıraktım müzisyenliği. Geçmişten bugüne çok şey değişti; önceden hatır vardı ve mahalle daha sakindi. Babanın yanında sigara içemezdin, şimdi baba-oğul her şeyi birlikte içiyorlar! Sakıncalı bir şey bu. Ben kendi payıma hiç memnun değilim.”
Peki, ya yoksulluk ne durumda? Ger, eliyle arkadaşını gösteriyor: “Bak, arkadaşlarım müzisyen ama şimdi hiçbir işleri yok. Yoksulluğu derinden hissediyoruz. İş kültürü bitti, insanlar zar zor geçiniyor.”
YANLIŞ ANLAMA DİLENİYORUM
Güneş tepede, hava hiç de şubatın başı için uygun değil. Sokak çocuk cıvıltılarıyla dolu. Hemen önümde bastonu ile aksak adımlarla bir kadın yürüyor. İsminin Dilek Korkmaz Ergil olduğunu öğreniyorum.
Kuştepe’deki zor yaşamlardan birisinin de onun hayatı olduğunu anlamam uzun sürmüyor. Anlattığına göre, bir göz odada yaşama tutunmaya çalışıyor, şeker hastası ve üstelik felç de geçirmiş. Tek geliri ise aldığı 100 TL’lik yardım…
Bir gölgelik buluyoruz ve laflıyoruz: “Doğduğumdan beri buradayım, annem de burada doğdu, büyüdü. Fakirlik var, zor günler geçiyoruz, iş bulamıyoruz.” Hemen devamında fısıldayarak, “Yanlış anlama” diyor: “Ben gidiyorum Ortaköy’e dileniyorum, geliyorum.”
Bu yoksulluk Kuştepe için yeni değil. Ancak pandemi sürecinde daha da açığa çıktığı kesin. Şöyle devam ediyor Ergil: “Markete gidip borç alamazsın, markette nakittir her şey ve paketlidir.
Ama bizim bakkalımız arada sırada borç veriyor. Yarım paket yağ da alabiliyoruz, ‘3 TL’lik pirinç ver' de diyoruz. Eskiyle kıyaslayınca yoksulluğumuz daha da arttı. 100 TL yardım alıyorum. 55 TL’sini bir yağa veriyorum, şeker alıyorum ve bitiyor, bu kadar…
Eti bir kere tencerede göremiyoruz. Asla yok! Sebze, kızartma, kuru erzak, öyle şeyler yiyoruz. Gelirimiz de yok, kenarda paramız da. Zor geçiniyoruz oğlum, yemin ederim, zor günler geçiyoruz.”
BEN KLARNETİN KRALIYIM
Yürümeye devam ediyorum Alev Sokak’ta. Hemen ileride bir kalabalık var. Aralarına dahil oluyorum, kalabalık daha da artıyor; bir yanda çocuklar, diğer yanda dertli yurttaşlar…
“Gazım bitti” diyen de var, “Elektriğim kesik” diyen de… Biri klarnet temizliyor ama çalmıyor. Sonradan öğreniyorum ki mahallede cenaze var… Klarnet Latif Matyan’ın. “Cenazemiz var, çalamam” ifadesini kullanıyor.
Hemen arkasında duran yaş almış bir kadın, yanımdaki çocukları gösteriyor, “Kızım öldü, bu küçükler ortada kaldı” diyor, gözü yaşlı şekilde.
Boyasız, gri bir duvarın dibindeyiz. Hemen karşımda sıvasız bir ev… Latif Matyan ile konuşuyorum, “Ben klarnetin kralıyım” ifadesini kullanıyor ancak yardım alamamaktan şikayet ediyor:
“Bilgisayar kullanmadığımız için yardımdan yararlanamıyorum. Oysa 30 senelik müzisyenim. Ne zaman eğlence mekânları kapandı, işte biz o zaman düştük.” Latif Matyan’ın oğlu da müzisyen. İsmi Ramazan Matyan.
Sözü babasından o devralıyor: “Tüm gün zabıtalardan kaçıyoruz. Beşiktaş bölgesinde çalışıyorum, devamlı sokaklardayım. Mekânlar kapanınca dileniyoruz gibi bir duruma düştük.
Eskiden mekânlar açıkken insanların bakış açısı farklıydı, kendimiz bile utanmaya başladık, dileniyor durumundan. Ekmeğimiz için sokaklarda olmaya devam edeceğiz.”
ZABITALAR BİZİ KOVALIYOR
Ramazan Matyan konuşurken hemen karşımdaki sıvasız evden ses geliyor, “Biz müzisyeniz, ne yapacağız” diye soruyor konuşan…
İsmini soruyorum, o da Matyanlardan, adı Barış… O camda, ben aşağıda, başlıyoruz konuşmaya: “Kaç aydır evde otuyoruz, ne yardım var, ne bir şey. Kimse de sormuyor. Zabıtalar kovalıyor, ‘Çalmayın’ diyor. Bir yerde çalamıyoruz.”
Ve aynı cümleyi tekrarlıyor: “Ne yapacağız biz?” Bir diğer Matyan ise Seymen Matyan… Fakat o müzisyen değil ve yaşı diğerlerine göre küçük. Aktardığına göre, sokaklarda çiçek satıyormuş ancak o da zabıtalardan mustarip: “Bebek’te, Ortaköy’de çiçek satmaya çalışıyoruz ama zabıtalar izin vermiyor. İnsanları hiç düşünmüyorlar.”
Matyanların yanından ayrılıyorum, Trump Towers arkamda… Çiçekçiler, işe çıkmak için hazırlık yapıyor, biri baltayla odun kırıyor, çocuklar koşuşturmaya devam ediyor.
İşte böyle bir sokak Alev Sokak’ta hayat sanki hiç durmuyor gibi. İleride bir aileyi fark ediyorum, dört kişi, kapı önünde sohbete dalmışlar. Yanlarına gittiğimde bir süre sessizlik oluyor sonra başlıyor Doğuş Kaynak anlatmaya:
“Kargoda çalışıyordum, insanlara temas ediyordum ama annemin kronik hastalığı olduğu için çıkmak zorunda kaldım. Şimdi işim yok, geçinemiyoruz. Zor yaşıyoruz. 4-5 aydır iş arıyorum ama yok ve iki tane çocuğum var.”
Mahallede turlamaya devam ediyorum. Çamaşırlar dışarıda asılı olduğu bir evin önünde çocukların ellerinde ‘strafor’ diye tabir edilen köpük var. Oyuncakları işte bu köpük… Parçalayıp koşuşturuyorlar.
Bir evin önünde de yere karton serili, üzerinde üç çocuk yatıyor, güneşe bakıp gülüşüyorlar. Yanlarında da aileleri yani Gülaçar çifti var. Kuştepe’ye yeni gelmişler, üç yıl önce…
Kargoculuk yapan Alaattin Gülaçar, “Çatalca’da ekmek bitince İstanbul’a attım kendimi. Asgari ücretle geçinmek çok zor” ifadesini kullanıyor. Eşi Sultan Gülaçar ise şöyle diyor: “Zaman geliyor, çocuk bezi bile alamıyorum. Yağ olmuş 60 TL… Durumumuz gerçekten çok kötü.”
GÖRÜYORSUN, HAYAT ZOR BE ANNECİM
Bir sonraki durağım, işte bu Gülaçarların hemen arkasındaki Turnalı ailesinin evi. Çiğdem Turnalı ile Çetin Turnalı karşılıyor beni. İkisi de doğma büyüme Kuştepeli. Ancak evde bir matem havası var. 19 yaşındaki çocuklarını kanserden kaybetmişler, Çetin Turnalı işte bu yüzden bir süredir işe gidemiyor.
“İki ay oldu” diyor Çetin Turnalı, “Mobilya cilacısıyım. Kızım öldüğünden beri işe gidemiyorum psikolojim nedeniyle. Gittim, denedim ama olmadı, yapamadım.”
Bir süre susuyoruz… Sonra devam ediyor Çetin Turnalı: “İnsanları yardıma bağladılar. Bir erzak arabası gelse, kapış kapış oluyor, kömür dağıtılsa kapış kapış…
Fakir tabaka çoğaldı, insanlar sosyal yardıma bağlanılmış halde. Babam Tahtakale’de hamallık yapıyordu. 35 sene önce… Biz bir günden bir güne kaymakamlık ve belediyeden yardım almadık.
Oysa biz de dokuz kardeştik. Kuştepe camiasında ekonomik olarak zorlanmayan yoktur. Yağ 65 TL olmuş. İki TL olmuş bir ekmek. 13 TL domatesin kilosu…
Bir tarafta Trump var, üst seviyede insanlar ama Kuştepe’ye bakıyorsun, 54 yaşındayım bir çivi bile çakmadılar. Kentsel dönüşüm de hâlâ yok.”
Çetin Turnalı’nın sözü bıraktığı yerde, eşi Çiğdem Turnalı alıyor: “Bu eve günde 15 ekmek giriyor. Eskiden de fakirlik vardı ama bu kadar yoktu. Makarna, çorba yapıyorum, öyle yemek yiyoruz. Aşırıya gidemiyorsun. Eskiler daha güzeldi, şimdi daha yoksuluz. Hayatımızı görüyorsun annecim, hayat zor!”
CAM YOK, ÇUL SERİYORUM
Turnalı çiftçiyle vedalaşıp, sokaklara geri dönüyorum. Kömür çuvallarıyla dolu evlerin önünden geçiyor ve Elmas Döndü ile konuşuyorum. Yanında torunları var, oğlu ise cezaevinde. Anlattığına göre çöpten plastik toplayarak hem geçinmeye çalışıyor hem de oğluna para gönderiyor:
“Sağdan soldan plastik topluyorum. 500 TL kira veriyorum, camım bile yok, çulla kapatıyorum. Yetişemiyorum artık bir şeye. Bir şey alamıyoruz ki, yağ alıyorum bitiyor, çocuklara makarna alıyorum, yetmiyor.”
'Güneşli Şubat’tan istifade sokaklarda halı yıkanıyor. Saniye Özkan, “Halıcı bir tanesine 40 TL istiyor, iki tanesi 80 TL ediyor. Nasıl vereyim” diye soruyor ve devam ediyor:
“Kendi çabalamam ile yıkıyorum. Yoksulluk yaşıyoruz, çok kötüyüz. Bir tane oğlum var, evde hasta yatıyor. Oğlumun diğeri konfeksiyonda çalışıyordu şimdi çalışamıyor; elektriğini, suyunu ödeyemiyor.”
Kuştepe’den ayrılma vakti…
Mecidiyeköy’e doğru yürüdüğümde bir yurttaş muhtarın yanına geliyor, “Uyuşturucuyu bırakamıyorum, beni hastaneye yatırın” diye yardım istiyor.
Biraz daha ilerleyince yaş almış bir yurttaş, Muhtar Demirkıran’a “Mendil satmaya Mecidiyeköy’e gidiyorum” diyor. Genci ve yaşlısıyla Kuştepe’nin “kaderi”ne düşen yoksulluk ne zaman sonlandırılır? Şimdilik meçhul…
DEVLET, ŞİŞLİ’NİN ARKA YÜZLERİNİ HİÇ GÖRMEDİ
Kuştepe, diğer gecekondu mahallerinden farklı bir yer… Zira burası, aslında 1953 tarihli 6188 Sayılı Kanun ile kurulan ilk sosyal mesken bölgesi.
Söz konusu kanun, gecekondusu yıkılan yurttaşlara belediyece arsa verilmesini öngörüyordu. Sultanahmet’te, Vefa’da ve Zincirlikuyu’nda yaşayanların için “zorunlu göç” adresi Kuştepe olmuştu.
70 yaşındaki Ömer Yazıcı, Kuştepe’nin eski muhtarlarından biri. Tam 1955 yılında buraya gelmiş. O, Kuştepe’nin evveliyatını anlatıyor, ben dinliyorum:
“Kuştepe, gecekondu önleme bölgesi adı altında kurulan bir mahalledir. 1954’te ilk kez insanlar Kuştepe’ye gönderildi. Kentin çeşitli yerlerinden insanların evleri istimlak edildi ve Kuştepe’ye gönderildiler.”
Yazıcı’ya “Ne oldu da Kuştepe kaderine terk edildi?” diye soruyorum, şöyle yanıtlıyor:
“Devlet Şişli’nin arka yüzlerini görmedi, eksik kaldı. Mecidiyeköy derelerini, Gülbahar derelerini, Kuştepe Mahallesi’ni görmedi. Üstelik o yörede en önce kurulan Kuştepe Mahallesi'dir.
Gültepe yoktu, Çağlayan yoktu ama Kuştepe vardı.” Yazıcı, sözlerini şöyle noktalıyor:
“Çocukluğum, gençliğim, aşk hayatım, lise ve üniversite hayatım Kuştepe'de geçti. Benim yaşıtım olan arkadaşlarımın birçoğu rahmetli oldu, ancak bir çoğu da Kuştepe'den taşındı, gitti.
İnsanları bıktırıyorlar, onlar da gidiyorlar; belli bir noktaya gelince, 'Allah kahretsin’ diyip, ucuz fiyata yerlerini sattılar. Kuştepe’ye böyle çökecekler. Kentsel dönüşüm için devlet eli şart.”
AÇLIK DİP NOKTASINDA
Kuştepe Mahallesi Muhtarı Eyüp Demirkıran, şu an megakentte Roman olarak görevde olan tek muhtar. Demirkıran’a göre de Kuştepe’de yoksulluk had safhada:
“Kuştepe’yi ikiye bölmemiz gerek. Ön yüzünde Trump Towers, AVM’ler, Nurol gibi binalarda lüks bir hayat görürsünüz. Bir de Kuştepe’nin arka sokakları vardır, yoksuluğun dip yaptığı yerlerdir.
Seyyar satıcıların, çiçeklik yapanların, müzisyenlik yapanların, esnafın, mendil satanların yaşadığı bir dram var. Bu insanlar, kültür ve eğitim seviyesi nedeniyle bu hayatı yaşamıyor, bu tamamen devletin imkân sunması ile bir şey.
Bize başka imkânlar sunulsaydı, emin olun ki insanlar kendilerini geliştirerek, ‘diğerleri’ninki gibi bir hayat yaşamaya adaydı. Trump Towers’ın bize ekonomik ve sosyal manada hiçbir etkisi olmadı. Kuştepe’de yoksulluk o kadar had safhada ki günübirlik kazanan insanlar pandemi ile birlikte açlık sınırının altında, en dip noktada. Insanların o kadar talepleri var ki…
Bulduğum yardımseverlerle pandemi sürecinde her gün makarna, pirinç, şeker yağ dağıttım. 30 bin ekmek dağıttık. Bunları dağıtmak bir başarı mı? Bence değil.
Mahallemin ihtiyacı balık almak değil, balık tutmayı öğrenebilmek.” Demirkıran, şöyle devam ediyor:
“Bu insanların iyi barınma şartı olsa, hayata bakış açıları değişir. Bir insanı sürekli itelerseniz, bu insan da mahallesinin dışına çıkamadığında kolay para için mücadele içerisine giriyor. Bu da tasvip etmediğimiz halde uyuşturucu sorununu doğuruyor. Fakat uyuşturucuda bir azalma söz konusu.
Mesela burası eğitim yuvasıdır. Başka bir yerde böylesine küçük mahallede ilkokul, iki ortaokul, lise ve üniversite olduğunu göremeyebilirsiniz.
Bu kadar eğitim kurumunun olduğu mahallede eğitim seviyesinin en altlarda olması kanayan yaramızdır. Kuştepe’de oturan ve Mecidiyeköy Anadolu Lisesi’ne giden bir çocuk; arkadaşını evine getirip utanıyorsa, evine getirmekten çekiniyorsa bu çocuğun hayatta yaşayacaklarını siz düşünün.
Bunun örneklerinden de birisi benim. Muhtar olana dek toplumun önyargısı nedeniyle birçok şeyi saklamak zorunda kaldım. Bize fayda sağlayacak şeylerin en başında yerinde dönüşüm talebimiz var. Çözüm önerimiz mahallede işbirliği yapılarak insan odaklı bir çalışma yapılmasıdır.”
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.