Türkan Şoray: Sinema edebi kağıtların görselliğe dökülmüş hali
Yeşilçam'ın ünlü oyuncusu Türkan Şoray, filmlerde canlandırdığı karakterlerin acılarını hissetmeden doğru bir performans sergilenemeyeceğini belirtti.
Yayın hayatında 87. yılını dolduran aylık edebiyat ve kültür dergisi "Varlık"ın temmuz sayısında Burak Süme'ye konuşan Yeşilçam'ın "Sultan"ı Türkan Şoray, edebiyatın sinemaya yansıması hakkında açıklamalarda bulundu.
"Asya", "Mine", "Dile Hanım" ve "Feride" gibi Türk sinemasında birçok edebi eserin baş karakterini canlandıran usta oyuncu aynı zamanda senarist ve yönetmen Şoray, sanatın her kolunun aslında edebiyat olduğuna işaret ederek, kitapların insanın ruhuna girdiğini ve toplumu, insanı tanıttığını ifade etti.
Aynı durumun sinemada da görsel açıdan yer aldığını aktaran Şoray, "Sinema edebi kağıtların görselliğe dökülmüş halidir. Sinema edebiyattan çok yararlandı. Birçok klasik roman filme çekildi. İlk 'Çalıkuşu'nda (1966) oynamak benim için bir gururdu. Peride Celal'in 'Ada'sını da (1988) ben önermiştim gene" diye konuştu.
Usta oyuncu, Orhan Kemal'in "Hanımın Çiftliği", Cengiz Aytmatov'un "Selvi Boylum Al Yazmalım", Halide Edip Adıvar'ın "Sinekli Bakkal", Sait Faik Abasıyanık'ın "Menekşeli Vadi" hikayesinden uyarlanan "Vesikalı Yarim" gibi birçok edebiyat eserinin sinemaya uyarlanışında rol aldığını anlatarak, şunları kaydetti: "Birçok Kerime Nadir eserinde de çok şükür oynadım. Çünkü edebiyat bizim hayatımızın bir parçası, dünyayı güzelleştiriyor. Günlük yaşantımda da çok kitap okuyorum. Her gün gazeteleri takip ediyorum. Evimde büyük bir kütüphanem var. Bazı yazarların kitaplarını tekrar tekrar açar okurum."
Sinema filmi olarak çekmek istediği eser hakkında da konuşan Şoray, "Orhan Kemal'in eserlerine bayılıyorum. O sıradan insanların dünyasını öyle güzel anlatıyor ki... 'Evlerden Biri' adlı romanını sinema filmine çekmeyi çok isterim" dedi. Çocukken okuduğu ilk kitabın Dostoyevski'nin "Ezilenler" eseri olduğunu söyleyen Türkan Şoray, "Bu kitap beni düşünmeye ve sorgulamaya itmişti. Mesela genç kızken benim de el yazımla yazdığım bir şiir defterim vardı. Edgar Allan Poe'nun 'Annabel Lee' şiirini okur okur, ağlardım. Nazım Hikmet'in dizeleri de beni çok etkilemiştir. O nedenle şiir ve edebiyat hep hayatımda oldu." ifadelerini kullandı.
Şoray, Türk sinemasında Reşat Nuri Güntekin'in önemli eserlerinden "Çalıkuşu"nun "Feride" karakterini ilk canlandıran aktrist olarak, filmde kendisini etkileyen noktalara değinerek, "Filmin bir sahnesinde 'Sevgi ve şefkat denen şeyde ne mucizeler var, ya Rabbim!' repliğini veriyordum. Filmin rejisörü Osman Seden, bu sahneleri çekerken bana 'Bak Türkan, bu repliğin değerini vererek, çok iyi oyna' demişti. Bu sözler hayatım boyunca benim rehberim oldu adeta. Bütün çevirdiğim filmlerde, belki özel hayatımda da sevgi ve şefkat hep hissettiğim duygular oldu. Aradan yıllar geçti ve Atıf Yılmaz ile 'Selvi Boylum Al Yazmalım' diye bir film çevirdik. Oradaki 'sevgi emekti...' sözcüğü de sevgiye yepyeni bir boyut getirmişti." değerlendirmesinde bulundu.
Röportajda, sinema kariyeri boyunca melodramdan toplumsal gerçekçiliğe toplam 17 film çevirdiği yönetmen Atıf Yılmaz'la da çalışmanın olağanüstü olduğunu dile getiren usta oyuncu, şöyle devam etti: "Çünkü Türk sinemasının en iyi yönetmenlerindendi. İlk filmimiz 1969'da çektiğimiz 'Kölen Olayım'dı. Bu filmin setinde tanıştık. Sette yönetmen ve oyuncu olarak iletişimimiz çok iyiydi. Zaten sinemanın dışında da dostluğumuz sürdüğü için beni çok iyi tanıyordu. Yani oyun sırasında benden ne alabileceğini çok iyi biliyordu. Performansımın nasıl olacağını, o sahneyi nasıl çekeceğimizi, jestlerimi ve mimiklerimi ezberlemişti. Beni yakında tanımasının sette çok faydası oldu. Onun setinde mizanseni hemen kavrayabiliyordum. Olağanüstü mizansenler kuruyordu. Zaten ustalığı da oradan geliyordu. Zaman zaman çekeceğimiz bazı sahneler üzerine münakaşa ettiğimiz de oluyordu. Ama sonunda ortak noktayı buluyorduk. Benim için özel bir insandır. Atıf Yılmaz'ın adını duyduğum zaman zaten projenin ne olduğuna bakmadan hemen kabul ediyordum. Ben de herhalde onun tercih ettiği oyunculardan birisiydim."
Şoray, canlandırdığı karakterlerin acılarını hissetmeden doğru bir performans sergilemeyeceğini belirterek, "İçim cız etmeden oynayamıyorum. Bu nedenle bayağı bir konsantrasyon dönemi geçiriyorum. Zaten kameranın o sesi (şimdi sessiz çekiliyor) benim için bir büyüydü. Yönetmen 'Evet, hazırız, kamera!' dediğinde kameradan bir ses çıkar. Muhteşem bir sestir ve bana itici güçtür. O sesi duyduğum zaman yapamayacağım hiçbir şey yoktu. O sesle birlikte adeta refleks halinde karaktere ait duygularım uyanırdı. Mesela sahne bittikten sonra bir süre kendime gelemiyordum. Yani film süresi içerisinde canlandırdığım kadının dramını gerçekten üstümden atamıyordum. Oynadığım o kadar kadının derdi, çilesi, acısı, neler yaşadıysa hep böyle içimde birikti." şeklinde konuştu.
Yeşilçam'da ilk rejisörlük deneyimini 1972 tarihli "Dönüş" filmiyle gerçekleştiren Şoray, kamera arkası tecrübelerinden ise şöyle bahsetti: "O filmde yönetmen kimliği altında kendimi ispat etme mücadelesi verdim. Çünkü ben oyuncuydum. Sinema dünyası, erkek dünyası bir kadına yönetmen koltuğunda alışkın değiller. Ben yönetmenlik yaparken hem mutlu oluyorum hem de acı çekiyorum. Sette ilk günler 'bu kadın haliyle ne yapacak' diye yüzüme söylemeseler de, sezgilerim kuvvetli olduğu için beni nasıl gördüklerini anlıyordum."
"Türkan Şoray Söylüyor" adlı albümü de 2015'te çıkaran sanatçı, "Bu albümü ne şöhretime şöhret katmak ne de ben şarkıcıyım diye iddia etmek için yaptım. İstedim ki beni sevenlere elle tutabilecekleri bir hatıra bırakayım. Biraz da kendi dünyama renk katmak istedim. Çünkü filmlerde şarkı söyleyememiştim. Aslında şarkı söylemeyi çok seviyorum. Stüdyoda o kulaklığı takmanın ve şarkı söylemenin zevkini tatmak istedim." ifadelerini kullandı. Aynı yıl beşinci kez yönetmen koltuğuna oturduğu "Uzaklarda Arama" filmini Yeşilçam'a adadığını söyleyen Türkan Şoray, "Ruhumda, kalbimde, beynimde Yeşilçam var. Bu film biraz da Yeşilçam masalıdır. Filmde zamansız, mekansız bir masal dünyası kurduk. Anlatmak istediğim ön yargılı olmamak, karşımızdakini anlamaya çalışıp kendimizi onun yerine koymaktı. Yani empatiyle, hoşgörüyle olayları ve kişileri değerlendirirsek yaşadığımız dünyada huzur, mutluluk da olur diye düşünüyorum. Film büyük bir dağıtım şansızlığına uğradığı için izleyiciyle buluşamadı. İnsanlar filmi izleyemediği için de fazla geri dönüşüm olmadı." yorumunu yaptı.
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.