Yaşam Hakkına Saygı!!!
Geçenlerde, Yaşam Hakkına Saygı Derneğinin; Ekolojik paydaşlarımız yararına düzenlemiş olduğu küçük bir konsere katılmıştım. Onlara, ekolojik paydaşlarımız diyorum: çünkü onlara; kedi, köpek, hayvan gibi ifadeleri kullanmayı, onlara; canım, çocuğum, vs… Diyen insanlara, saygısızlık olacağını düşünüyorum. Hayvan hakları konusunda birbirinden duyarlı insanlarla tanışıp sohbet etme şansı buldum.
Aklıma Atmaca avlama hikâyesi geldi. Vakti zamanında Atmaca avcıları öyle çok ünlenmiş ki! Bir dönem saraylara dahi alınmış.
Atmaca yakalamak belki de avcılığın en zor olanıdır. Çünkü atmaca avlamak için evvela, danaburnu adlı nemli topraklarda bulunan bir tür böcek yakalanır. Bu böceği bulmak içinde avcı günlerce toprağı eşeleyip toprakta açılan deliklere sabun suyu döker. Parmak büyüklüğündeki bu böcek, bir kapanın içine bağlanır. Daha sonra, bu böceğin adeta delisi olan Ğaço kuşunu, yakalamak için sabırlı bekleyiş başlar.
Ğaço kuşu bu sabırlı bekleyişin nihayetinde yakalandıktan sonra Atmacadan ürkmesin diye; gözleri ince bir deri ile kapatılır ve sadece ayaklarının altını görebilecek kadar açık bırakılır. Bu kuş belki de aylarca insana alıştırılır. Ğaço kuşu bir sırığın üstünde durmaya alıştırıldıktan sonra atmacanın göç yollarına tuzaklar kurulur. Ğaço kuşu ayaklarından bir sırığın ucuna bağlanır. Avcı atmacanın dikkatini çekmek için arada bir sırığı oynatır ve Ğaço kuşunun hareket etmesini sağlar.
Ğaço kuşunun hastası olan Atmaca onu görünce, hızlıca avına doğru gelmeye başlar, Ğaçoyu görünce deliye dönen kuş; avın tam önünde ve iki ağaç arasına gerilmiş olan ağı -heyecanından olsa gerek- fark edemez ağa takılır ve yakalanır. Atmaca yakalandıktan sonra aylarca eğitilir ve Bıldırcın avında kullanılır. –Ğaçonun gözleri atmaca yakalandıktan sonra tekrar açılır.-
Bu avcılık yönteminde bugün olduğu gibi canice avlama yoktu; çünkü atmaca en fazla bir tane bıldırcın yakalayabiliyordu. Bu avcılık İslam ahlakına da yaraşır bir avcılıktı. -Dinimiz yiyebileceğimizden fazlasını avlamayı, haram kılmış mıydı!- eski yöntemlerle yapılan avcılık, insanlara hem hayvan sevgisi aşılıyor hem de yiyebileceğimizden fazlasını avlayamadığımız için nesillerinin tükenmesini engellediği gibi ekolojik dengenin bozulmasının da önüne geçiyordu.
Köpekler, kediler ve diğer birçok hayvan çeşitli işlerde kullanılıp bakılıyor, insanlarla dostlukları her zaman pekiştiriliyordu.
Kimyasallar çıkmadan evvel insanlar kapılarına su-yemek koyup kedileri evlerinin çevresine- yakınlarına alıştırıyordu; Çünkü farelerden kurtulmanın en etkili yolu buydu.
Sadece yemek artıklarıyla! kapılarda günlerce belki de aylarca bağlı bekletilen köpekler, düşman körüydü.
Balkonlara, denizliklere ve bahçe duvarlarının diplerine dökülen ekmek kırıntıları ya da bir avuç buğday ile kuşlardan gün boyu canlı konserler, dinlenirdi.
Bunlar böyle saymakla bitmez…
İnsanoğlu kimyasallarla birlikte, güya zararlı olanlardan (haşere-fare vb.) kurtulduğunu sandı oysaki! daha düne kadar muhtaç olduğu kediye, köpeğe resmen düşman oldu.
Müslüman bir ülkede yaşıyoruz, sorulduğunda %95’imiz hiç düşünmeden Elhamdülillah Müslümansız der. Peki, Müslüman’a canlıya zarar vermek; zayıfı ezmek yakışık alır mı? Gerçek bir Müslüman yaratılanı yaratandan ötürü sevmez mi?..
Sonuç olarak; bu hayvan dostu arkadaşlarımızın en çok dert yandığı konu, şuydu: biz insanlara ille de sokak hayvanlarına sahip çıkın, besleyin, onları evlerinize alın ya da bizim çalışmalarımıza sizlerde katılıp destek olun demiyoruz.
Biz sadece -onlara bakmıyorsanız, bir lokma ekmek vermiyor, bir bardak suyu çok görüyorsanız bile- onlara zarar vermeyin.
Trafikte karşıdan karşıya geçmeye çalışan hayvanları ezmeyin. Kazara zarar vermiş olduğunuz hayvanları; tamamen ücretsiz olan, bir hayvan hastanesine götürün.
…sevmiyorsan bari zarar verme diyoruz!
Hayvan sevgisi olmayanın, ne kimseye sevgisi ne de saygısı olur. !denizbatu!
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.