Çılgın Çapulcular
Uzun bir Gezi Parkı yazısı yazmak üzerine geçtim klavyenin başına. Yazdım, yazdım, yazdım. Sonda sildim. Bir daha yazdım, bir daha sildim. Çünkü yazdığım hiçbir cümle Gezi Parkı’nı anlatamadı. Oradaki havayı hissettirmedi.
Uzun süre ayrı kaldığınız sevgilinizle ilk karşılaştığınız andaki sarılma anını yaşadınız mı hiç? Nasıl bir birkaç saniyedir o?
Bir süre hiç konuşmadan sıkı sıkıya elini tuttuğunuz sevgilinizle saliselik bakışmalarınız oldu mu?
Birlikte yürürken engellenemez gülümsemenize de gülümsediniz mi?
Ve onunla aranıza kimse girmesin istediniz mi hiç, o anda ve sonrasındaki tüm hayatınız boyunca?
Çay içmek için oturduğunuz yerin adını bile karıştırdığınız, telaffuz edemediğiniz oldu mu şaşkınlıktan, heyecandan?
Böyle bir heyecan var Taksim’de, Gezi Parkı’nda. Anlatılmaz, kıpır kıpır, kabına sığmayan.
Başbakan’ın karşısında ne söylediği belli olmayan, ne söylediği anlaşılmayan, söylemek istediğini açık yüreklilikle söyleyemeyen aciz bir muhalefet yerine dakikada on harika espri üreten, bu esprileri ile muhalefet yapan ve bunu her noktaya saniyeler içinde ulaştıran muhteşem bir topluluk, gerçek bir muhalefet var. Baş edilmesi gerçekten imkânsız bir topluluğu karşısına almış durumda Tayyip Erdoğan.
Herkes şaşkın... İktidar şaşkın, çünkü hiç böyle bir muhalefet beklemiyorlardı. Muhalefet şaşkın, çünkü işin neresinde duracaklarını bilmiyorlar. Hiç alışık olmadıkları bir topluluk var karşılarında. Sadece iktidarı değil muhalefeti de yerden yere vuruyorlar çünkü. Marjinal partiler şaşkın. Yıllarca hayal ettikleri direnişi hiç ummadıkları zamanda ummadıkları çocuklar yapıyor, onlar seyrediyor.
Biliyorum şimdi Yiğit Bulut dış güçler, mihraklar, faiz lobisi falan diyecek, köprü diyecek, baraj diyecek ama onu benim külahıma anlatsın.
Bugün belki bazı kesimlerce önemsenmiyor, dudak bükülüyor ama 90 yıllık Türkiye tarihinin en önemli kırılma anlarından birini yaşıyoruz. Yarın hiç dün gibi olmayacak. Çapulcular geliyor, Çılgın Çapulcular…
Marjinal gruplar ve partiler kendilerini boşuna paralamasınlar bu çapulcular Marks’ı da, Lenin’i de, Mao’yu da tanımıyorlar, umursamıyorlar da. Hatta daha da ileri giderek söyleyeyim Deniz Gezmiş’i de yeşil parkalı fotoğrafından tanıyorlar, hepsi bu.
Kültür’den kasıt ne olabilir bilmiyorum ama tamamına yakını çok kültürlü. Kitap, gazete okumuyor sanılsa da okunanların neredeyse tamamını da bunlar okuyor.
Dünyanın her tarafındaki habere çok ama çok kısa sürede ulaşabiliyorlar.
Çalıştıkları şirketlerde hepsinin havalı unvanları var. Hatta şirketin sahibi kendileri.
Kimseye bağlı değiller, olma gibi bir niyetleri de yok.
Çok zekiler, çok eğlenceliler, çok saygılılar. Kendileri ile bile dalga geçebiliyorlar. Zorla bir şey yaptırmanız, satın almanız neredeyse imkansız.
Ve iki ağaç için yeri yerinden oynatabilecek güçleri var.
Çünkü Yeni Türkiye onlar…
Ve tüm bu olanları “nankörlük” başlığı altında yorumluyor AKP’ye yakın olan arkadaşlarım, dostlarım. AKP’nin geçmiş yıllarda yaptığı çalışmaları başarılı bulan birçok görseli sosyal medya üzerinden paylaşıyor.
Ve hala anlaşamadığımız nokta belki de burası; kimsenin yapılanlar ile ilgili bir söylemi yok. Doğru veya yanlış her iktidar birçok çalışma yapıyor. Ama eğer yaptıkları, ülkeye kattıkları sebebi ile eleştirilmeyeceksek kimseyi o zaman neden yıllardır her ağzını açan “Atatürk” dedi? Daha dün Başbakan “iki ayyaş” cümlesini kurmadı mı? Önüne gelen Atatürk’ü eleştirmedi mi? O zaman demokrasi oluyorsa bunun adı bugün neden nankörlük oluyor?
Dert yapılanlar, yapılmayanlar değil. Bu ülkenin padişaha, sultana ihtiyacı yok. Her yandan yankılanan “padişahım çok yaşa” sloganları sinir bozuyor artık. Her konuştuğunda bağıran, tehdit eden bir Başbakan’ı istemiyor artık meydanlardaki insanlar. Başbakan istemeden yaprak bile kıpırdamıyor ülkede, neden?
Sabah koşusunu boğazda yapan, korumaları olmadan halkı ile konuşan, “herkesin” özgürlüklerine saygılı, kafasını “din” ile bozmamış, bugün ak dediğine yarın kara demeyen, halkın yıllardır benimsediği değerlere önem veren, din ile cemaat ile devlet işlerini birbirine karıştırmayan, sağındaki solundaki bir anda zengin olmayan bir başbakan ve yöneticilere ihtiyacı var bu ülkenin.
Alkol yasasını savunurken alkol kullandıktan sonra trafik kazası yapanları örnek veren Başbakan’a kim ne diyebilir? Ama Başbakan’ın oğlunun ehliyetsiz olarak kullandığı otomobille yaptığı kaza sonrasında ölen kişinin (sanatçı Sevim Tanürek) sekizde sekiz kusurlu olması nasıl anlatılabilir? Nerede kaldı İslamiyet, nerede kaldı ahlak, nerede kaldı fazilet?
Bu ve bunun gibi konular her iki taraf için de onlarca çıkartılabilir. “Sen bunu yapmıştın” dedikten sonra “sende bunu yapmıştın” demenin kolaycılığını yapıyoruz hep.
Neyiniz özgür değil diyorlar bir de? Sormayın artık bu soruyu?
Olayların başladığı günlerdeki medyaya bakın ve bu soruyu da kendi vicdanınıza sorun?
Neyiniz özgür?
Gezi Parkı bu nedenle bir milat.
Artık herkes ele ele kol kola tüm haksız olaylarda bir araya gelecek. İktidar da, muhalefet de, sanat da, spor da, iş hayatı da artık eyyam yapamayacak, çünkü Türkiye tarihinde ilk kez “gerçek” muhalefet var. Yarın uğradığı bir haksızlıkta AKP’lilerin de yanında yine bu halk olacak emin olun.
Eğer bugün sandıktan herhangi bir parti %55 oy alarak birinci parti olarak çıkarsa ve “halk bana bu yetkiyi verdi ben de bütün camileri kapatıyorum” derse ne olacak? Başbakan’ın demokrasi anlayışına göre bu pekâla mümkün. Emin olun bugün Gezi Parkı’nda gördüğünüz insanların %90’ı yine orada olacak. Ve bugün evinde zorla tutulan %50’lik kardeşleri ile ele ele kol kola yine “özgürlük” diye haykıracak.
Eğer özgürlüğe ulaşmak için, sevgiline kavuşmak için bir güç arıyorsan, boşuna bakma sağına soluna;
Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur…
Turgut Yüksekdağ / Twitter: @turgutyuksekdag
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.