Turgut Yüksekdağ

Turgut Yüksekdağ

Üçüncü Sayfa Ülkesi

Bugünlerde çok popüler 80’ler. Hatta dizisi bile yapıldı, çok da izleniyor. O günlerin hayatına bakarken gülümsüyoruz, komik geliyor yaşadıklarımız. Komik görünüyor gerçekten de.

Aslında basit bir hayattı yaşadığımız. 12 Eylül darbesi sonrasında yeniden ayağa kalkmaya çalışan bir ülkenin insanları olarak hayatımızın çok da renkli olduğunu söylemek mümkün değildi. “Netekim” bir baskı altındaydık.

Ve kabul edelim ki derin bir arabesk vardı hayatımızda. Minibüsler, kahvehaneler, gecekondular, acılı müzikler, semt pazarları, siyah önlükler, TRT sansürü ve diğerleri. Hatırladığın en güzel şey nedir diye sorulduğunda da hep aynı şeyi söylerim; bugün özel koleksiyonlarda yer alan muhteşem Amerikan otomobillerinin daha dolmuş olarak kullanıldığı günlerdi o günler.

Eğitim imkanı çok kısıtlıydı, anaokulu diye bir şey yoktu hayatımızda. Okula 7 yaşında başlanırdı. Ve meslek garantisi olduğuna inanıldığı için en gözde okullardı meslek liseleri. Bugünkü gibi adım başı üniversite yoktu hayatımızda. Bilgi belki de en zor ulaşılabilen şeylerden biriydi. Bilgiye ulaşmak zordu, bilgiye ulaşmaya çalışana da iyi gözle bakılmazdı.

O nedenle gazeteler değerliydi, gazeteciler, köşe yazarları saygındı. Kitaplar değerliydi, müzik değerliydi. Bugün hala o günün yazarlarını okuyorsak, hala o günün müziklerini dinliyorsak, hala o günün filmlerini izliyorsak o dönemde yapılan işe gösterilen saygıdan, verilen emektendir.

Bilgi, saygı, emek…

İnsanlar az bilgiye sahipti hatta cahildi belki de. İstediği müziği dinleyemiyor, istediği kitabı okuyamıyordu. Konuşmak, görüş bildirmek falan hak getire, tehlikeli işler.

Ama bilginin peşinden giden, saygılı bir toplum vardı.

Sonra bir şey oldu.

Ortaya bir şey çıktı.

Ne oldu? Nasıl oldu bilmiyorum. Üzerine yıllarca konuşulacak belki de.

Ama o baskın dönemin sonunda herşeye sahip olan toplumun içinden bambaşka bir şey çıktı. Saygısız, bilgiye önem vermeyen, kendi bildiğinden başka doğru tanımayan, yozlaşmış bir toplum çıktı.

Bugün bilgi parmağımızın ucunda. Bırakın okumayı, yazabiliyoruz. Yazdıklarımızı saniyeler içinde dünya okuyabilecek durumda. Her ilde üniversite var, onbinlerce üniversite öğrencisi var. Ne istiyorsak öğrenebiliyoruz.

Supernova’nın ne olduğunu da, Mendel Teoremini de, Altın Portakalı kimlerin aldığını da, en çok izlenen filmlerin hangisi olduğunu da, Da Vinci’yi de, Mimar Sinan’ı da, Hasan Sabbah’ı da saniyeler içinde araştırabiliyoruz. Sonsuz ve sınırsız bilgiye saniyeler içinde ulaşabiliyoruz.

Ama ortaya hayal edilenin ötesinde bambaşka bir şey çıktı. Çok daha bilgili, çok daha entelektüel, çok daha araştırmacı bir toplum çıkması gerekiyordu ortaya değil mi? Çıkmadı. Başka, bambaşka bir şey çıktı önümüze.

Arabesk değil bu. Arabesk kendi içinde güzeldi, naifti.

Bugün kendinden başka hiçbirşeye saygısı olmayan, bilgiye sahip olmaktan çok uzak bir toplum kitlesi oluştu.

Saygısız, terbiyesiz, bilgisiz, tehditkar, fanatik, isyankar bir toplum oluştu. Klavye başına geçen herkesin ahkam kestiği günleri yaşar olduk, bol küfür, bol hakaret içeren yazılar kapladı her yanı. Hiçbir şeye ama hiçbir şeye ortak ilgisi kalmadı toplumun. Buranın altını çizmek istiyorum; birlikte hareket ettiğimiz, ortak ilgi duyduğumuz hiçbirşey kalmadı.

Artık tüm statlar boşsa, maçlar boş tribünlere oynanıyorsa bunun sorumlusu sadece Passolig midir?

Bir dönem Türkiye’yi ekran başına kilitleyen diziler vardı, şimdi hangi dizi yapabiliyor bunu?

Eurovision Şarkı Yarışması yapıldığında hayat dururdu ülkede, şimdi ne zaman yapıldığını bilen yok.

Milli bayramlar sadece tatili ifade ediyor, hiçbir özelliği kalmadı.

Ortalığı kasıp kavuran şarkılar vardı, bazen kıpır kıpır, bazen hüzünlü. Son birkaç yıldır “şudur” dediğiniz bir şarkı var mı?

Güreş takip ederdik, ata sporumuzdu bizim. boks takip ederdik. Jimnastikte bir Suat Çelen'imiz vardı.

Kırkpınar vardı, gözümüzü kırpmazdık izlerken. Kim ağa olacak diye beklerdik.

TRT istisnasız her spor olayını özellikle de buz patenini canlı yayınlardı. Spor diye birşey vardı hayatımızda.

Karikatür önemli birşeydi, gündem belirlerdi bazen. Gülerken düşündürürdü.

O zamanlarda Süleyman Seba'nın kendisi vardı, bugün sadece Süleyman Seba sezonu var. ( O da nasıl varsa)

Magazin bile eskisi gibi değil, ilgi çekmiyor.

Eskiden üçüncü sayfa haberleri olay olurdu, şimdi üçüncü sayfalarda yer kalmıyor. Her gün biri diğerinden garip cinayet haberleri. Ölüyor insanlar, öldürüyor da. Ve öldürmek için hergün farklı yollar buluyor.


Uyuşturucu sıradanlaştı. Uyuşturucu kullanmayana “öteki” gözü ile bakılıyor.

Üçüncü dünya ülkesi derlerdi bize eskinde, şimdi üçüncü sayfa ülkesi olduk. Manşetlere taşıyacağımız bir başarımız kalmadı.

Gündemi (artık) belirleyen yazarların yaptığı provakatörlükten başka bir şey değil. Ne söylediklerini anlayamıyoruz ki yazdıklarını anlayabilelim. Ağzı salyalı yazarlar doluştu hayatımıza.

Saygı duyduklarımıza hakaret edilir oldu. Hatta hakeret edilmesi de sanki demokrasinin gereği gibi anlatılır oldu.

En güveniir kurumlar vardı. Kendimize güvenemez olduk, ne kurumu?
 

Ne oldu bize gerçekten?

Nasıl bu kadar cahil, bilgisiz, ilgisiz, bilimden, kültürden uzak bir toplum olduk? Vandallık nasıl oldu da bu kadar hayatımıza yer eti?

1989 yılından bugüne kadar en çok izlenen 5 filminin 3’ünün Recep İvedik serisinden oluşması tesadüf mü? Recep İvedik değil burada eleştirdiğim, “en çok izlenen “filmin kahramanının tam da anlattığım bu “kaba, cahil” karakteri yansıtıyor olmasına dikkat çekmek istiyorum. Oysa biz Hababam Sınıfı serisinin sıcaklığı, Sadri Alışık kıvraklığı, Şener Şen sevimliliği, Münir Özkul’un babacanlığı ile büyümüştük. Örnek aldığımız adam da  Bak beyim sana iki çift lafım var” diye söze başlayan Yaşar Usta'ydı (Münir Özkul)

Ne oldu o adamlara?

Nereye gitti Yaşar Usta'lar?

Turgut Yüksekdağ / Twitter: @turgutyuksekdag

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.